Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Konu anlatımı :

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ

TÜRK İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRK İLKELERİ DERS NOTLARI

Giriş: Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi:

Bir halden bir hale dönüşme, dönüştürme, değişme, değiştirme gibi anlamlar içeren İnkılap kavramı bir milletin sahip olduğu siyasi, askeri, sosyal ve kültürel müesseselerinde devlet eliyle makul metotlarla yapılan köklü değişiklikleri ifade etmektedir. İsyan,ihtilal,tekamül,devrim,isyan, darbe vb. kelimeler aralarındaki farka bakılmaksızın çoğu zaman aynı anlamda kullanılmaktadırlar. Ancak unutulmamalıdır ki; bu kelimeler İnkılap ile içiçe hatta tamamlayıcı olmakla birlikte aynı anlamı ihtiva etmezler. Atatürk, Türk İnkılabı kavramını şu şekilde tanımlamıştır. “ Türk milletinin son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine, miletin en yüksek medeni gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak yeni müesseseleri koymaktır”. Türk inkılabının amacını ise şu sözlerle ifade etmektedir “Efendiler,yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün mana ve görüntüsüyle medeni bir toplum haline ulaştırmaktır”.

I. BÖLÜM

Osmanlı Devleti’nin Gerilemesi ve Devleti Kurtarma Çabaları

Genel Hatlarıyla Osmanlı Devleti’nin Gerilemesi: Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında bir “uç beyliği” olarak kurulan Osmanlı Devleti uyguladığı fetih politikası,askeri yapısı ve kültürel unsurları ile 15 ve 16. yy larda dünyanın en güçlü devletlerinden birisi olmuştur. Üç kıta üzerinde muazzam bir toprak sahibi olan devlet bilinen iç ve dış nedenlerle 16. yy da önce duraklama 17. yy sonlarında ise gerileme sürecine girmiştir. Osmanlı Devleti’nin gerileme sürecini değerlendirirken siyasi, idari ve sosyal alanda meydana gelen deformasyonu birlikte değerlendirmek gerekir. Osmanlı Devleti’nin temel unsurlarını oluşturan bürokrasi,ordu ve adalet kurumlarındaki çözülmeler devletin diğer kurumlarını da doğrudan etkilemiştir. Devletin geri kalma nedenlerine çare bulmayı amaçlayan önemli risale yazarlarına göre(Koçi Bey gibi);toplum düzeninin bozulmasının temel sebebi, devlet anlayışının temel ilkesi olan “adalet dairesi”nin (daire-i adliye) yerine getirilememesidir. Bu anlayışa göre “halka adil davranılmazsa üretim azalacak, hazine gelirleri düşecek, ordu zayıflayacak ve devlet zaafa düşecektir”. Gerçekten de 16.yy sonlarından itibaren yetersiz ve tecrübesizşehzadelerin tahta çıkması, hantallaşan bürokrasi, ulemanın müdahaleleri, rüşvet, iltimas ve liyakatsız kişilerin göreve getirilmesi gibi arazların ortaya çıkması devletin gücünü önemli ölçüde zayıflatmıştır. Askeri yapıdaki bozulma da gerilemeyi tetikleyen önemli unsurlardandır. Devletin büyümesi ve güçlenmesinde büyük rol oynayan Yeniçeri Ocağı, 19. yy’a gelindiğinde disiplinsiz, yeniliklere karşı çıkan hatta padişahın bile hayatına kasteden başıboş bir toplulukhaline gelmiştir. Öyle ki, Sultan II. Mahmudun 1826 yılında Yeniçeri Ocağını kaldırması Vakay-ı Hayriyye (hayırlı olay) olarak tarihe geçmiştir. Devletlerarası ilişkilerde “yalnızlık siyaseti” uygulayan Osmanlı, uzun süre Batı diplomasi yöntemlerinden uzak durmuş, siyasi olayları ve Avrupa’nın değişen politikalarını yeterli bir şekilde takip edememiştir. Nüfus artışı,Avrupa’nın gelişen askeri teknolojisi, uzun süren savaşlar,tımar sisteminin bozulması ve mali bunalımlar da gerilemede etkili olmuştur.

Tımar düzenine dayanan Sipahi ordusunu bir kenera iterek ağırlığın düzenli maaş alan merkez ordusuna kaydırılması, ekonomik durumu derinden sarsmıştır. Ancak Osmanlı ekonomisine en büyük darbeyi Coğrafi Keşifler vurmuştur. Yeni ticaret yollarının bulunması, dayanıklı, güvenli gemilerin yapılması; Anadolu’daki transit karayollarını önemsizleştirdiği gibi (ipek ve baharat yolu) Osmanlı’nın en değerli gelir kaynaklarının adeta kurumasına neden olmuştur. Bununla birlikte sömürgecilik yapan Avrupa’ya, altın ve gümüş akışı sözkonusu olmuştur. Osmanlı parası değerini yitirmiş ve devlet ekonomik olarak Avrupa merkantilizminin yörüngesine girmiştir. Dolayısıyla ağırlaştırılan vergiler toplumsal huzursuzlukları körüklerken, Yeniçeri isyanlarına da gerekçe teşkil etmiştir. Osmanlı müesseselerinde görülen bir diğer çözülme ise eğitim alanında olmuştur.Medreseler, hem öğretim ve yöntem açısından hem de disiplin ve müderrisliğe atanma yöntemlerinin usulsüzleşmesi açısından(Beşik Uleması) bozulmaya uğramıştır. Avrupa’da 15. yy’dan itibaren Rönesans ile başlayan bilimsel gelişmeler sanayileşmenin de önünü açarken, bu süreçte Osmanlı devleti medreseleri ıslah etmek yerine 19.yy’da Batı usullerinde eğitim yapan yeni okullar açmıştır. Bu durum eğitim birliğini sarsmış, yabancı okullar ve azınlık okulları da bunlara eklenince giderek içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Ekonomik bunalım toplum değerlerinin de yozlaşmasına neden olmuştur. Rüşvet, haksız kazanç, eşkıyalık, yol kesme, haraç alma gibi arazlar ahlaki deformasyonlar yaratmıştır. Yukarıda kısaca ifade edilen iç etkenlerle birlikte değişen dünya şartları da göz önünde bulundurulmalıdır.Coğrafi Keşifler ile birlikte Avrupa’da meydan gelen fikri ve iktisadi gelişmeler Fransız İhtilali’ne ve Sanayi İnkılabı’na yolaçmıştır.

Bütün bu gelişmelerile rekabet edemeyen Osmanlı Devleti, sağlam tedbirler almaktan çok ticari ayrıcalıklar vererek ticaret gelirlerinden faydalanma yoluna gitmiştir. Başlangıçta siyasi amaçlarla verilen Kapitülasyonlar (Kanuni dönemi) devlet güçsüzleştikçe, sanayileşen devletler karşısında adeta ekonomik bir prangaya dönüşmüştür. Emperyalizmin başlıca hedefi haline gelen Osmanlı Devleti bir ortak pazar ve hammadde kaynağı haline gelmiştir. 1854 yılında ilk borcu İngiltere’den alan devlet bunları geri ödeyemeyince, 1881’de Duyun-u Umumiye(genel borçlar idaresi) kurulmuştur. Zaten sınırlı olan gelir kaynaklarının (tütün,çay,tuz,gümrük vergisi vb.) büyük bölümüne borç karşılığı el konulmuştur. 19.yy başlarında Şark Meselesi su yüzüne çıkmış, Osmanlı Devleti’ni paylaşmak meselesi Avrupa devletlerinin başlıca gündemini teşkil etmiştir.

Şark Meselesi Nedir? Avrupalı diplomatlar Şark Meselesini, Doğu ile Batı’nın geçmiş ve gelecekteki siyasi ve tarihi ilişkilerini açıklamak için kullanmışlardır. Bu meselenin başlangıcı Türk ve Batılı tarihçiler tarafından farklı değerlendirilmektedir. Ancak Şark Meselesini; İslam’ın doğuşu ve Türklerin Avrupa’ya ayak basmaları ile başlayan tarihi süreç olarak kabul edenler fazladır. Enver Ziya Karal’a göre Şark Meselesi,yalnızca Batılı devletler tarafından kullanılan tek taraflı bir terim olup, Avrupa’nın algıladığı anlamda Şark Meselesi Türkler için aslında bir “Garp Meselesi”dir. İlk defa 1815 Viyana Kongesi ile açığa vurulan bu mesele öncelikle Rusya tarafından gündeme getirilmiştir.Osmanlı Devleti’nin gücünü kaybetmeye başlamasıyla birlikte Türkleri Avrupa’dan atmanın yollarını arayan Batı’lı devletler Osmanlı topraklarını paylaşmak için sık sık bu meseleyi öne sürmüşlerdir. 1789 ‘da gerçekleşen Fransız İhtilali’nin sonuçları tüm dünyayı etkilemiştir. “Eşitlik, hürriyet, adalet” gibi kavramlar ön plana çıkmış,milliyetçilik akımının ortaya çıkardığı sonuçlar dünyayı değiştirmiştir. Öncelikli olarak 4 Temmuz 1776’da Amerikan Devrimi ile duyurulan “her insan hür ve eşit doğar” fikri “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nin de temelini oluşturmuştur. Amerikan Devrimi’nin etkisi öncelikle 1789’da Fransa’da görülmüştür.milliyetçilik akımının ortaya çıkardığı sonuçlar dünyayı değiştirmiştir. Öncelikli olarak 4 Temmuz 1776’da Amerikan Devrimi ile duyurulan “her insan hür ve eşit doğar” fikri “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nin de temelini oluşturmuştur. Amerikan Devrimi’nin etkisi öncelikle 1789’da Fransa’da görülmüştür.milliyetçilik akımının ortaya çıkardığı sonuçlar dünyayı değiştirmiştir. Öncelikli olarak 4 Temmuz 1776’da Amerikan Devrimi ile duyurulan “her insan hür ve eşit doğar” fikri “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nin de temelini oluşturmuştur. Amerikan Devrimi’nin etkisi öncelikle 1789’da Fransa’da görülmüştür.

Fransız İhtilali’nin yaydığı fikirler çok güçlü bir şekilde, öncelikle Avrupa’da mutlak krallık rejimleri altında ezilen kitleleri etkisi altına almıştır. Demokrasi,insan hakları,vatandaşlık,cumhuriyet gibi kavramlar tartışılmaya başlamıştır. Dalga dalga yayılarak kitleleri etkisi altına alan bu fikirler neticesinde, Avrupa’da 1818, 1830 ve 1848’de mutlak krallık rejimlerine karşı ihtilaller gerçekleşmiştir. 1830 İhtilali Liberalizm fikrini ortaya çıkararırken 1848 ihtilalinde ise Sosyalizm düşüncesi ön plandadır. Bu süreçte şiddetli bir dönüşüm yaşayan Avrupa’da krallık sistemleri temelinden sarsılmış, anayasalı ve parlamentolu rejimlerin önü açılmıştır Bu durum en çok Avrupa’nın güçlü ve otoriter krallıklarını rahatsız etmiş bu fikirlere karşı koymak üzere Kutsal Bağlaşma(Avusturya,Rusya,Prusya) yapılmıştır. Milliyetçilik akımı,Osmanlı ve Avusturya gibi çok uluslu imparatorlukları olumsuz etkilemiştir.

Osmanlı Devleti 19. yy boyunca azınlık isyanları ile karşı karşıya kalmıştır. Bu isyanlar özellikle Osmanlı Devleti’nin siyasi rakipleri tarafından desteklenmiştir. (1812’de Sırplar ilk isyanı başlatarak bazı ayrıcalıklar elde etmişlerdir. 1829’da Yunanistan bağımsız olmuştur.(Edirne Anlaşması) Osmanlı Devletin’den ayrılan ilk devlet Yunanistan’dır. 1878’de Berlin Kongresi’nde Sırbistan,Romanya ve Karadağ, 1908’de Bulgaristan ve en sonunda 1913’te Arnavutluk Osmanlı coğrafyasından ayrılmıştır). 19.yy’ın sonlarına doğru ise Ermeni isyanları Rusya’nın kışkırtmasıyla başlamıştır. Fransız İhtilali siyasi açıdan dünyanın çehresini değiştirirken Endüstri Devrimi ise hem teknolojik hem de siyasi açıdan insanlığı etkilemiştir. 18 yy ın 2.yarısında buhar gücünün endüstriye aktarılmasıyla öncelikli olarak İngiltere’de başlayan bu devrim insan yaşayışını derinden etkilemiştir. Özellikle 19. yy’da bilimsel buluşların sanayiye uyarlanması ile birlikte insan hayatı oldukça kolaylaşmıştır. 1. aşama da kömür önem kazanmış buhar, kömür ve demir üçlüsü demiryolları çağını açmıştır. Bu sayede kömür havzaları ön plana çıkmış, ticaret gelişmiş, ulaşım kolaylaşmış ve bazı devletler siyasetlerini demiryolu üzerine kurmuşlardır(Almanya gibi). Demiryollarını geliştiren devletler güçlü bir merkezi otoriteye sahip olmuşlar hem ticaretlerini hem de militer güçlerini çok uzaklara taşıyabilmişlerdir ki; bu durum adeta gelişmişliğin sembolü olmuştur.aşama da kömür önem kazanmış buhar, kömür ve demir üçlüsü demiryolları çağını açmıştır. Bu sayede kömür havzaları ön plana çıkmış, ticaret gelişmiş, ulaşım kolaylaşmış ve bazı devletler siyasetlerini demiryolu üzerine kurmuşlardır(Almanya gibi). Demiryollarını geliştiren devletler güçlü bir merkezi otoriteye sahip olmuşlar hem ticaretlerini hem de militer güçlerini çok uzaklara taşıyabilmişlerdir ki; bu durum adeta gelişmişliğin sembolü olmuştur.aşama da kömür önem kazanmış buhar, kömür ve demir üçlüsü demiryolları çağını açmıştır. Bu sayede kömür havzaları ön plana çıkmış, ticaret gelişmiş, ulaşım kolaylaşmış ve bazı devletler siyasetlerini demiryolu üzerine kurmuşlardır(Almanya gibi). Demiryollarını geliştiren devletler güçlü bir merkezi otoriteye sahip olmuşlar hem ticaretlerini hem de militer güçlerini çok uzaklara taşıyabilmişlerdir ki; bu durum adeta gelişmişliğin sembolü olmuştur.bu durum adeta gelişmişliğin sembolü olmuştur.bu durum adeta gelişmişliğin sembolü olmuştur.

Endüstri Devrimi’nin ikinci aşamasında çelik sanayiye katılmış, bazı kimyasal bileşikler özellikle petrol çok büyük önem kazanmıştır. Tıp, Kimya,Mühendislik vb. alanlarda büyük gelişmeler yaşanmıştır. Bir çok hastalığa çare bulunmuş ve teknolojik gelişmeler insanlığı adeta bin yıl ileri götürmüştür. Endüstri Devrimi, bütün bu olumlu gelişmelerin yanısıra pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir. Nüfus artışı, işsizlik,çevre kirliliği, kırsaldan kente göç gibi sorunlar ortaya çıkmıştır. Büyük kentler metropollere dönüşmüş, üretimin artışı hammadde ve pazar arayışını körüklemiş dolayısıyla küresel rekabeti ortaya çıkartmıştır. Kömür ve petrol havzaları büyük önem arz etmiş, kitle toplumu kavramı ortaya atılmış, silahlanma yarışı hızlanmış ve sömürgecilik emperyalizme dönüşmüştür. Bütün bu gelişmeler insanlığı hızlı bir şekilde 20.yy’a taşırken devletlerarası çatışmaları tetiklemiştir. Bütün bu gelişmelerden olumsuz bir şekilde etkilenen Osmanlı Devleti’de kendini korumak ve ayakta durabilmek üzere bir takım tedbirler almak zorunda kalmıştır.

18.yy-19.yy Osmanlı Devleti’nin Değişen Dış Politikası ve Emperyalist Devletlerin Politikaları Osmanlı Devleti dış siyasette, kurulduğu tarihten itibaren hiçbir devlet ile siyasi ittifak yapmamış,19. yy’a kadar yalnızlık politikası takip etmiştir. 1815 Viyana Kongresi bu yönde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Şark Meselesi Rusya tarafından gündeme getirilmiş, üstelik Rusya aslında en büyük siyasi rakibi olan İngiltere’ye Osmanlı’yı kendi deyimi ile “Hasta Adam”ı paylaşmayı teklif etmiştir. Kendi açısından bunun uygun bir zaman olmadığına inanan İngiltere ise Osmanlı’yı desteklemekten yana bir tavır sergilemiştir. Rusya:19. yy boyunca Osmanlı Devleti’nin en tehlikeli rakibi Rusya olmuştur. Rusya, 17. yy da Çar Petro ile başlayan sıcak denizlere inme politikasını,Osmanlı’nın zayıflamasını fırsat bilerek büyük bir kararlılıkla uygulamaya başlamıştır. İngiltere’nin teklifi reddetmesinin ardından var gücüyle Kafkasya ve Balkanlar’dan saldırıya geçmiştir. Bu süreçte Grek Projesi, Pan-Slavizm ve Pan–Ortodoks projelerini gündeme getirerek Osmanlı’yı dört bir yandan kuşatmıştır. Rus politikasının temel mantığı Türkleri Avrupa’dan çıkarmak, Balkanlarda Slav Birliği kurmak, Karadeniz’deki mevcut ticari ve askeri güvenlikleri sağlayarak Akdeniz’e inmekti. Rusya’nın bu politikası diğer devletlerin siyasetlerini belirlemiş ve ittifaklara neden olmuştur. Avusturya-Macaristan: Osmanlı’yı Tuna nehrinin diğer tarafına atmak, Macaristan ve Sırbistan üzerinde egemenlik sağlamak, Bosna ve Sırbistan üzerinden Akdeniz’e bağlantı kurmak temel hedeflerindendir. Avusturya-Macaristan’da en az Osmanlı Devleti kadar,Fransız İhtilali’nin yaydığı Milliyetçilik düşüncesinden ve Rusların uyguladığı Pan-Slavizm politikasından olumsuz etkilenmiştir. Fransa: Rusya’nın projeleri Akdeniz egemenliğini hedefleyen Fransa ile çatışmaktadır. Cezayir’i işgal ederek Osmanlı varlığına ağır bir darbe vuran Fransa Mısır konusunda İngiltere ile ters düşmüş, Suriye’de ise Osmanlı Devleti ile birlikte hareket etmiştir. “Katolikleri himaye etme” adı altında bölgede hakimiyet kurmaya çalışan Fransa, Tunus’u ele geçirmiş ve Osmanlı’nın stratejik topraklarını alarak sömürge siyasetiyle birlikte geniş bir pazar elde etmeyi hedeflemiştir. İngiltere: Şark siyaseti ekseninde değerlendirecek olursak İngiltere 20.yy’a kadar Rusya’nın Balkanlara ve Boğazlara inmemesi, Mısır’ın Fransız denetimine girmemesi için Osmanlı toprak bütünlüğünü savunmuştur.Aynı zamanda Karadeniz’de Rus gücünün etkisini kırmak için Osmanlı devletinin askeri açıdan güçlenmesine ve modernleşmesine (kendilerine göre makul ölçülerde) destek olmuştur. Rus tehdidine karşı uzak denizlerdeki sömürgelerini koruma endişesinde olan İngiltere’nin amacı “Hasta Adam”ı iyileştirmek olmasa da biraz olsun canlandırmaktı.

Dolayısıyla diyebiliriz ki, aslında 19. yy boyunca Osmanlı Devleti’ni kurtarma çabaları ve köklü reform paketlerinin arkasında şiddetli bir şekilde İngilizlerin tavsiye ve teşvikleri vardır. Ancak gelişen sanayi ve sömürge rekabeti karşısında 20.yy’a yaklaşırken siyasetini değiştiren İngiltere ,1882 yılında Mısır’ı işgal ederek Osmanlı toprak bütünlüğünü korumaktan vageçtiğini göstermiştir. Osmanlı’ya yönelik İngiliz siyasetinin değişmesinde kuşkusuz 93 Harbi (1877-1878) Osmanlı – Rus Savaşı’nda Osmanlı’nın yenilmesi önemli bir dönüm noktası olmuştur.

19. yy Osmanlı dış politikasını kısaca özetlersek;

1- Osmanlı devleti Avrupa’nın çok gerisinde kaldığını kabullenmiş ve yalnızlık siyasetini terketmiştir.

2- Yalnızlık siyasetinin terkedilmesinde 1815 Viyana Kongresi’nde belirginleşen Şark Meselesi dönüm noktası olmuştur.

3- Rusya’nın artan tazyiklerine karşı denge politikalarına başlayan Osmanlı Devleti, “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” felsefesiyle hareket etmiştir. Bu anlamda öncelikle Rusya’ya karşı İngiltere ile itifak yapmıştır.

4- Rus tehdidine karşı Avrupa’ya dayanmak zorunda olduğunu farkeden Osmanlı, özellikle İngiltere’nin teşvikleri ile hızla değişme, modernleşme sürecine girmiş, önceki yüzyıllardan farklı olarak iç yapısını güçlendirecek reformlar hazırlamıştır. (Tanzimat ve Islahat Fermanları)

5- 19. yy boyunca Osmanlı devleti milliyetçilik akımı ve Rusların Pan-Slavizm politikasının etkisiyle azınlık isyanları ile mücadele etmiştir.

6- Dış devletlerin desteği ile ayakta durmayı başaran Osmanlı Devleti’nin aynı ölçüde dışa bağımlılığı da artmıştır. (1838 İngiltere ile ticaret anlaşması, 1854’te ilk borçlanma)Fransızlar Katolikleri, İngilizler Protestanları, Ruslar Ortodoksları korumak bahanesi ile sık sık iç işlerine karışmışlardır.

7- İç yapsından taviz vererek yaşama sürecine giren Osmanlı Devleti’nin toprakları 1856 Paris Konferansı ile Avrupa tarafından güvence altına alınmış ve Osmanlı ilk kez bir Avrupa devleti sayılmıştır.

8-19. yy’ın ikinci yarısında dengeler birkez daha değişmiştir. Sanayi Devrimi’nin hız kazanması, teknolojik gelişmeler Osmanlı ile Avrupa arasındaki uçurumu daha da derinleştirmiştir.Ne kadar reform yapılırsa yapılsın devlet Rusya karşısında güç kaybetmekten kurtulamamıştır.

9- Gelişen sanayi ve teknoloji ile birlikte petrol ön plana çıkmış dolayısıyla Ortadoğu toprakları önem kazanmıştır.

10- 1871’de Almanya ve İtalya’nın siyasi birliklerini tamamlayarak Avrupa siyasetine katılmaları dengeleri altüst etmiştir. Sanayileşmiş ama yeterli sömürgesi olmayan bu iki ülke hammadde ve pazar ihtiyacı doğrultusunda diğer devletler ile rekabete girişmiştir.

11- Almanya’nın dünya siyasetine katılması öncelikle İngiltere’yi sonra da Akdenizde beklentileri olan Rusya’yı çok endişendirmiştir. Gelişmiş sanayisi ve disiplinli ordusu ile büyük bir tehdit olan Almanya, Osmanlı Devleti’ne yaklaşmanın yollarını aramıştır.

12- 93 Harbi (1877-78 Rus savaşı) yenilgisi çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu savaş sonrasında imzalanan Berlin Anlaşması(1878) ile Osmanlı Devleti büyük toprak kaybına uğramış, Sırbistan, Romanya ve Karadağ bağımsız olmuş, Ermeni meselesi ilk kez dünya gündemine getirilmiş ve İngiltere Kıbrıs’a yerleşmiştir.

13-93 Harbi Osmanlı Devleti’nin artık yıkılmakta olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. İngiltere Osmanlı’yı destekleme politikasını değiştirerek parçalamaya yönelik bir siyaset uygulamıştır. 1881’de Fransızlar Tunus’u 1882’de İngilizler Mısırı işgal etmiş Osmanlı toprakları adeta yağmalanmaya başlamıştır.

14- Siyasi birliğini geç tamamlayan Almanya(1871), Osmanlı üzerinden Rusya’yı kontrol etmeyi, İngiltere’yi zor duruma düşürmeyi, Akdeniz’deki İngiliz ve Fransız ticaretine son vermeyi hedeflemiştir. Bununla birlikte, Ortadoğu üzerinden Afrika’yı kontrol altına almak ve kendi siyasi ve ekonomik nüfuzunu Osmanlı Devleti üzerinde hissettirmek de temel amaçlarındandır.

15- İngiltere’nin geleneksel Osmanlı politikasını terk ederek Rusları Pan-Slavizm politikasında serbest bırakması, denge siyaseti ile ayakta duran Osmanlı Devletini zorunlu olarak Almanya’ya yaklaştırmıştır. 16-Almanya gibi siyasi birliğini geç kuran ve büyük güçlerin en küçüğü olan İtalya da hammadde ve pazar arayışına girmiştir. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasını fırsat bilen İtalya ise Trablusgarb eyaletine göz dikmiş ve Akdeniz’deki hakimiyet mücadelesine katılmıştır.

Osmanlı Devletini Kurtarma Çabaları ve Türk İnkılabına Giden Yol 17.yy’a kadar Batı karşısında üstün olduğuna inanan ve dışarıya kapalı olan Osmanlı Devleti, savaş meydanında uğradığı yenilgiler neticesinde bu inancını yitirmeye başlamıştır. Bu durum devlet adamlarını Batı’yı anlama ve oradaki yenilikleri araştırma anlayışına sevk etmiştir. Ancak; kuruluş felsefesi gaza ve fetih anlayışına dayanan bu anlamda askeri kimliği ön plana çıkan Osmanlılar, toprak kayıplarını durdurmak ve tekrar Batı’ya üstün olabilmek için çareyi öncelikle askeri ıslahatlar yapmakta bulmuşlardır.

17. ve 19. yy arasında Osmanlı Devleti’nde uygulamaya konulan ıslahat hareketlerini ve özelliklerini, ana hatlarıyla değerlendirecek olursak;

1- Devleti kurtarma çabaları baştan sona üst yönetim kadroları ve aydınlar tarafından düşünülmüş ve yönlendirilmiştir. Bu anlamda Batılı devlet modellerinin modern oluşum süreçlerinden farklı bir yapılanma göstermiştir. (Tavandan tabana, yani yöneticiden halka doğru değiştirme)

2- 16. yy ortalarından, III. Selim dönemine kadar uygulanan yeniliklerin hepsi devleti kurtarma amacına yönelik olsa bile, özellikleri açısından farklıdır. Sözkonusu süreçte birinci dönem devletin serbest ve kendiliğinden gelişen ıslahat çabaları olmakla birlikte ikinci devredeki reformlarda Batı’lı devletlerin baskı ve teşvikleri açık bir şekilde hissedilmektedir.

3- 17. yy da Genç Osman, IV. Murat ve Köprülü ailesi devlete eski gücünü kazandırmak için çaba göstermiştir.

4- Değişen dünya sisteminde yalnızca askeri ıslahatlar yapılmasının yeterli olmadığı, yapısal değiklikler gerekli olduğu dönemin aydınları tarafından dile getirilmiştir. Bu anlamda 17. yy’da, Koçi Bey Risalesi ve Katip Çelebi’nin eserleri doğru ve yerinde tespitler yapması açısından çok önemlidir.

5- Serbest kültür değişmeleri ve iradi ıslahatlar çerçevesinde ele alınması gereken ilk dönem Lale Devri dir. 1718 Pasarofça Antlaşması sonrasında başlayan ıslahat faaliyetlerinde özellikle imar ve kültür faaliyetlerinde Avrupa kültür ve medeniyetinin etkileri açıkça görülmektedir.

6- Lale Devri (1718-1730) yenilikleri ana hatlarıyla; Avrupa’nın önemli merkezlerine elçiler gönderilmiş, en önemlisi matbaa ilk kez Türkiye’ye girmiştir. (Avrupa’dan 280 yıl sonra).

7- I. Mahmut(1730-1754) ve II. Mustafa(1757-1773) dönemlerinde Humbaracı ve Topçu ocakları Batı tarzında teşkilatlandırılmıştır. Bu çalışmalar Avrupalı uzman ve mühendisler tarafından yürütülmüştür. 1734 ‘te Humbaracı Ocağı için asker yetiştiren, matematik ve fen bilimlerini öğreten Hendesehane açılmış daha sonra Yeniçeri Ocağı’nın baskıları yüzünden kapatılmıştır.

8-1776’da (I. Abdülhamid), Deniz Subayı yetiştirmek üzere Mühendishane-i Bahri-i Hümayun açılmıştır.

9- III. Selim(1789-1807) ve Nizam-ı Cedit: Bu dönem 17. yy da başlayan serbest değişim ile 19. yy da ki mecburi değişim arasında yaşanan bir geçiş dönemidir. Bu dönemde öncelikle padişahın şahsından kaynaklanan bir değişim arzusu olmakla birlikte Avrupa’nın baskıları da yavaş yavaş başlamıştır. III.Selim dönemindeki düzenlemelerin hepsi“ Nizam-ı Cedit” olarak adlandırılmaktadır. Dar anlamda kurulan “Nizam-ı Cedit” ordusunun adı olmakla birlikte geniş manasıyla III. Selim’in Yeniçeri Ocağını kaldırmak, ulemanın nüfuzunu kırmak, devleti Avrupa’daki gelişmelere göre düzenlemek için giriştiği bütün düzenlemeleri ifade etmektedir.

10- III. Selim Dönemi yenilikleri ana hatlarıyla; Yeniçeri Ocağı’nın yanı sıra 1794 de modern ve eğitimli Nizam-ı Cedit ordusu kurulmuş, Avrupa’nın belirli merkezlerinde daimi elçilikler açılmıştır(İlk daimi elçi Yusuf Agah Efendi İngiltere’ye gönderilmiş sonra Avusturya, Rusya ve Fransa’ya daimi elçiler gönderilmiştir). III. Selim, devletin merkeziyetçi idaresini güçlendirmek istemiş ve ayanların nüfuzlarını kırmaya çalışmıştır. Ancak bütün bu faaliyetler büyük bir ayaklanmaya neden olmuştur. Kabakçı Mustafa ayaklanması sonucu III. Selim tahttan indirilmiş ve öldürülmüştür. (ayaklanmayı Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa bastırmış ve Nizam-ı Cedit ordusu Sekban-ı Cedit adıyla yeniden kurulmuştur.

11- II. Mahmut(1808-1839) Dönemi yenilikleri; 1808’de Ayanlar ile Sened-i İttifak1 adıyla anılan anlaşmayı yapmıştır(Padişahın mutlak otoritesini sınırlama yönünde ilk belge olması açısından önemlidir) 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırılmıştır. Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusu kurulmuştur. 1827’de Tıbhane-i Amire, 1834’te Mekatib-i Ulum-ı Harbiye okulları açılmıştır.

12-II. Mahmut döneminde; devletin idari, kültürel ve sosyal yapısında önemli değişiklikler yapılmıştır. Dahiliye, Hariciye, Maliye, Evkaf ve Ticaret Nezaretleri (Bakanlıklar)kurulmuştur. 1838’de Divan-ı Hümayun yerine Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliye(Adalet İşleri Yüksek Meclisi) kurulmuştur. İlk nüfus sayımı yapılmıştır. Müsadere2 usulü kaldırılmış, halk arasında din bakımından bir fark gözetilmediği ifade edilmiştir3.Posta yolları yaptırılıp, postaneler açılmış, yurtdışına gideceklerin pasaport alması şart koşulmuştur.

13-II. Mahmut döneminde kılık kıyafet değişiklikleri yapılmış, memurlar için fes ve setre pantolon mecburi kıyafet kabul edilmiştir. Devlet dairelerine resimlerini astıran padişah Avrupa’lı hükümdarların yaptığı gibi doğum günü kutlamayı gelenekselleştirmiştir. Sosyal hayatta yapılan bu değişiklikler halka inen köklü reformlar olmadığı gibi padişaha karşı olumsuz fikirler doğurmuştur. Eğitim alanında ise, medreseler olduğu gibi bırakılarak Batı eğitim ve usulleri kabul edilmiştir. İlköğretim mecburi bir hale gelmiş, İstanbul’da Rüştiye okulları açılmıştır. Basına büyük önem verilmiş, haftalık Takvim-i Vekayi adıyla Türkçe ve Fransızca olarak resmi bir gazete çıkarılmıştır.

  1. Sened-i İttifak: Buna göre Padişah; ayan ve hanedanların hayatı, mal ve mülkleri üzerinde keyfi işlemlerde bulunmama sözü veriyor, ayanların egemenliklerini tanıyarak hanedanlık haklarının babadan oğula geçmesine izin veriyor, karşılığında hanedan ve ayanlar da padişah otoritesine bağlılık ve birlik sözü veriyorlardı.

  2. 2 Müsadere: Kişinin malına devletçe el konulması usulü.

  3. 3 II. Mahmut bu görüşü “ Tebaamdan Müslümanları ancak camide, Hristiyanları kilisede ,Yahudileri de havrada tanımak isterim” sözleriyle ifade etmiştir.

14- Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839) :Tanzimat Fermanı’nın ilanında iç ve dış sebepler etkili olmakla birlikte, özellikle Avrupa devletlerinin çeşitli sebeplerle müdahaleleri çok önemlidir. Tanzimat Fermanı ile hukuk alanında düzenlemeler yapılmıştır. İlk defa bir fermanda modern anayasalarda yer alan can, mal, namus, ırz güvenliği padişah iradesi dışında yasa gücüne bırakılmıştır. Medeni hukuk alanında şer’i hukukun devam etmesine karar verilirken, ticaret ve kamu hukuku alanlarında Batı hukuku benimsenmiştir. Kanunların uygulanmasında her dinden kişilerin eşitliği ilkesi kabul edilmiştir. Batı’nın düşünce sistemiyle bütünüyle temasa geçildiği Tanzimat dönemi yeni bir hukuk devleti meydana getirme tecrübesidir.Devletin merkeziyetçiliğini aşan bir bürokrasi devleti oluşturmayı hedefleyen Tanzimat iyi niyetli reform paketi olmakla beraber uygulanmasında büyük güçlükler çekilmiştir. Öncelikli olarak bu reformların tabandan değil tavandan gelmesi(yöneticiden halka) halkı reform düşmanı haline getirmiştir. Yeniliklerin anlaşılamaması ve Batı devletlerinin belirgin ve etkin çıkarları bunları halkın gözünde daha da sevimsiz kılmıştır. Üstelik bu ağır uygulama yükünü kaldırabilecek yetişmiş bir uzman kadrosu yoktu. Yöneticilerde, batılılaşmak, batılılaşırken de Batı’ya ödünler verme kafa yapısının ürünü olan Tanzimat reformları devletin çöküşüne engel olamadığı gibi dış devletlerin her fırsatta müdahalelerine yol açmış, devlet ödün vererek yaşama sürecine girmiştir.Öncelikli olarak bu reformların tabandan değil tavandan gelmesi(yöneticiden halka) halkı reform düşmanı haline getirmiştir. Yeniliklerin anlaşılamaması ve Batı devletlerinin belirgin ve etkin çıkarları bunları halkın gözünde daha da sevimsiz kılmıştır. Üstelik bu ağır uygulama yükünü kaldırabilecek yetişmiş bir uzman kadrosu yoktu. Yöneticilerde, batılılaşmak, batılılaşırken de Batı’ya ödünler verme kafa yapısının ürünü olan Tanzimat reformları devletin çöküşüne engel olamadığı gibi dış devletlerin her fırsatta müdahalelerine yol açmış, devlet ödün vererek yaşama sürecine girmiştir.Öncelikli olarak bu reformların tabandan değil tavandan gelmesi(yöneticiden halka) halkı reform düşmanı haline getirmiştir. Yeniliklerin anlaşılamaması ve Batı devletlerinin belirgin ve etkin çıkarları bunları halkın gözünde daha da sevimsiz kılmıştır. Üstelik bu ağır uygulama yükünü kaldırabilecek yetişmiş bir uzman kadrosu yoktu. Yöneticilerde, batılılaşmak, batılılaşırken de Batı’ya ödünler verme kafa yapısının ürünü olan Tanzimat reformları devletin çöküşüne engel olamadığı gibi dış devletlerin her fırsatta müdahalelerine yol açmış, devlet ödün vererek yaşama sürecine girmiştir.Üstelik bu ağır uygulama yükünü kaldırabilecek yetişmiş bir uzman kadrosu yoktu. Yöneticilerde, batılılaşmak, batılılaşırken de Batı’ya ödünler verme kafa yapısının ürünü olan Tanzimat reformları devletin çöküşüne engel olamadığı gibi dış devletlerin her fırsatta müdahalelerine yol açmış, devlet ödün vererek yaşama sürecine girmiştir.Üstelik bu ağır uygulama yükünü kaldırabilecek yetişmiş bir uzman kadrosu yoktu. Yöneticilerde, batılılaşmak, batılılaşırken de Batı’ya ödünler verme kafa yapısının ürünü olan Tanzimat reformları devletin çöküşüne engel olamadığı gibi dış devletlerin her fırsatta müdahalelerine yol açmış, devlet ödün vererek yaşama sürecine girmiştir.

15- Islahat Fermanı (28 Şubat 1856): Paris Antlaşması’nın ve Avrupa Birliğine Osmanlı Devleti’nin de kabulünün ön şartlarından birisi olarak padişah tarafından yeni bir ferman, Islahat Fermanı adıyla ilan edilmiştir. İngiliz, Fransız ve Avusturya elçilerinin ağır baskısı altında hazırlanmış olan Ferman,vergi iltizamını ve bazı olumsuzlukları ortadan kaldırarak 1839 Tanzimat ilkelerini yeniden onaylamıştır. Tanzimat Fermanı’na göre daha kapsamlı olan Islahat Fermanı, gayr-ı müslimlerin haklarını daha da genişletmiştir. Bu ferman, müslüman ahalinin tepkilerine neden olduğu gibi azınlıkları da memnun etmemiştir. Zaman zaman çatışmalara yol açmış,hristiyan milletlerin bağımsızlık isteklerini daha da tetiklemiştir. Tanzimat ve Islahat reformları en müspet sonucu muhtemelen eğitim alanında vermiştir.Yeni açılan okullarda ve yurtdışında eğitim görmüş genç, entellektüel ve aydın bir nesil yetişmiştir. Bu aydınlar devletin içinde bulunduğu durumu sorgulayarak çareler üretmişler ve çeşitli fikirleri öne sürmüşlerdir. Bu fikirler; Osmanlılık,Türkçülük,Batıcılık ve İslamcılık’dır.

16- I. Meşrutiyet(23 Aralık 1876 )ve Kanun-i Esasi: Devletin istikbali için endişe duyan Türk aydınları halkın devlet işlerini denetleyebileceği meşruti bir idarenin kurulmasını çare olarak görüyorlardı. Ziya Paşa ve Namık Kemal’in de aralarında bulunduğu Genç Osmanlılar’a göre; ”Meşrutiyet ilan edilip, Meclis-i Mebusan açılırsa ve bu meclise gayri müslim temsilcileri de katılırsa bir Osmanlı Milleti oluşturulabilir, böylece Avrupa’nın müdahaleleri önlenebilirdi”. Genç Osmanlılar daha çok basın yoluyla fikirlerini duyurmaya çalışmışlar ve Mithat Paşa’dan büyük destek görmüşlerdir. 23 Aralık 1876’da Sultan II. Abdülhamit döneminde ilan edilen Kanun-ı Esasi, Türk Siyasi hayatının ilk Anayasası’dır. Anayasa ile Mebusan ve Ayan Meclisi oluşturulmuştur. Bütün Osmanlı vatandaşlarının kanun önünde eşit olduğu kabul edilmekle birlikte,bu Anayasa’nın halka geniş özgürlükler sunduğunu söylemek pek mümkün değildir. Kanun-ı Esasi’nin üzerinde padişahın iradesi vardır ve hakimiyetin kaynağı padişahtır. Padişaha, Meclisi kapatma (7. madde) ve dilediğini sürgüne gönderme(113. madde) yetkisi tanınmıştır. Mecliste azınlıkların serbestçe temsil edilmesi, Genç Osmanlıların inandığı gibi müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki ayrılıkları ortadan kaldırmamıştır. Üstelik ülke bütünlüğünü zedeleyici birtakım teklifler ciddi sorunlara yol açmıştır. Gerek 93 harbi (187778 Osmanlı- Rus Savaşı) yenilgisi, gerekse de söz konusu gelişmeler üzerine zaten Meşrutiyetin bir çare olmadığına inanan II. Abdülhamit 7. maddeye dayanarak meclisi feshetmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’ndeki sınırlı da olsa bu ilk demokrasi teşebbüsü sonuçsuz kalmıştır.Kanun-ı Esasi’nin üzerinde padişahın iradesi vardır ve hakimiyetin kaynağı padişahtır. Padişaha, Meclisi kapatma (7. madde) ve dilediğini sürgüne gönderme(113. madde) yetkisi tanınmıştır. Mecliste azınlıkların serbestçe temsil edilmesi, Genç Osmanlıların inandığı gibi müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki ayrılıkları ortadan kaldırmamıştır. Üstelik ülke bütünlüğünü zedeleyici birtakım teklifler ciddi sorunlara yol açmıştır. Gerek 93 harbi (187778 Osmanlı- Rus Savaşı) yenilgisi, gerekse de söz konusu gelişmeler üzerine zaten Meşrutiyetin bir çare olmadığına inanan II. Abdülhamit 7. maddeye dayanarak meclisi feshetmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’ndeki sınırlı da olsa bu ilk demokrasi teşebbüsü sonuçsuz kalmıştır.Kanun-ı Esasi’nin üzerinde padişahın iradesi vardır ve hakimiyetin kaynağı padişahtır. Padişaha, Meclisi kapatma (7. madde) ve dilediğini sürgüne gönderme(113. madde) yetkisi tanınmıştır. Mecliste azınlıkların serbestçe temsil edilmesi, Genç Osmanlıların inandığı gibi müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki ayrılıkları ortadan kaldırmamıştır. Üstelik ülke bütünlüğünü zedeleyici birtakım teklifler ciddi sorunlara yol açmıştır. Gerek 93 harbi (187778 Osmanlı- Rus Savaşı) yenilgisi, gerekse de söz konusu gelişmeler üzerine zaten Meşrutiyetin bir çare olmadığına inanan II. Abdülhamit 7. maddeye dayanarak meclisi feshetmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’ndeki sınırlı da olsa bu ilk demokrasi teşebbüsü sonuçsuz kalmıştır.Mecliste azınlıkların serbestçe temsil edilmesi, Genç Osmanlıların inandığı gibi müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki ayrılıkları ortadan kaldırmamıştır. Üstelik ülke bütünlüğünü zedeleyici birtakım teklifler ciddi sorunlara yol açmıştır. Gerek 93 harbi (187778 Osmanlı- Rus Savaşı) yenilgisi, gerekse de söz konusu gelişmeler üzerine zaten Meşrutiyetin bir çare olmadığına inanan II. Abdülhamit 7. maddeye dayanarak meclisi feshetmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’ndeki sınırlı da olsa bu ilk demokrasi teşebbüsü sonuçsuz kalmıştır.Mecliste azınlıkların serbestçe temsil edilmesi, Genç Osmanlıların inandığı gibi müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki ayrılıkları ortadan kaldırmamıştır. Üstelik ülke bütünlüğünü zedeleyici birtakım teklifler ciddi sorunlara yol açmıştır. Gerek 93 harbi (187778 Osmanlı- Rus Savaşı) yenilgisi, gerekse de söz konusu gelişmeler üzerine zaten Meşrutiyetin bir çare olmadığına inanan II. Abdülhamit 7. maddeye dayanarak meclisi feshetmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’ndeki sınırlı da olsa bu ilk demokrasi teşebbüsü sonuçsuz kalmıştır.gerekse de söz konusu gelişmeler üzerine zaten Meşrutiyetin bir çare olmadığına inanan II. Abdülhamit 7. maddeye dayanarak meclisi feshetmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’ndeki sınırlı da olsa bu ilk demokrasi teşebbüsü sonuçsuz kalmıştır.gerekse de söz konusu gelişmeler üzerine zaten Meşrutiyetin bir çare olmadığına inanan II. Abdülhamit 7. maddeye dayanarak meclisi feshetmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’ndeki sınırlı da olsa bu ilk demokrasi teşebbüsü sonuçsuz kalmıştır.

17- İstibdat dönemi(1878-1908): Yukarıda sözü geçen gerekçelerle meclisi fesheden II. Abdülhamit, doğrudan kişisel bir yönetim kurmuş ve 30 yıl boyunca parlamento toplanmamıştır. Devleti parçalanmaktan kurtarmaya çalışan ve bunun yolunu bütün hürriyetleri kısıtlamakta gören padişah özellikle Jön Türkler ile mücadele etmiş, basın yasakları ve sürgünler bu dönemin en belirgin özelliği olmuştur. Genç aydınların bir kısmı yurtdışına kaçmış ve faaliyetlerini buradan devam ettirerek gizli dernekler kurmuşlardır. İçeride ve dışarıda yaşanan olumsuzluklar ve devletin giderek kan kaybetmesi üzerine aydın kadrolar özellikle şu soruyu gündeme getirmişlerdir: Ne olacak bu memleketin hali? Bu memleket nasıl kurtulur? Çare olarak öncelikle; Abdülhamid’in devrilmesi, sonrasında Kanuni Esasi’nin tekrar yürürlüğe konulması,Meclis-i Mebusan’ın açılması ve bazı reformların yapılması öne sürülmüştür.

18- II. Meşrutiyetin İlanı( 24 Temmuz 1908): II. Abdülhamidin istibdat yönetimine karşı olanlar ve özellikle genç(mektepli) subaylar, padişaha karşı birçok gizli cemiyet kurmuşlardır. Bunlardan en ünlüsü birkaç askeri tıbbiye öğrencisi tarafından “İttihad-ı Osmani” adıyla kurulan “İttihat ve Terakki Cemiyeti”dir. En önemli amaçları, hürriyeti tesis edip “istibdat” idaresini kaldırmaktır. Özellikle Makedonya’da yoğun faaliyet gösteren cemiyet mensupları; İngiltere ve Rusya arasında gerçekleşen Reval görüşmeleri ve Rumeli’deki Türk varlığının tehlikeye düşmesi üzerine harekete geçmişlerdir. 3 Temmuz 1908’de Rezneli Niyazi Bey, Selanikte, hürriyet için dağa çıkmış, 23 Temmuz 1908’de ise ilk defa Manastır’da istibdat döneminin sona erdiği Meşrutiyetin başladığı ilan edilmiştir. Baskılara boyun eğmek zorunda kalan II. Abdülhamit,Meşrutiyeti ilan ettiğini duyurmuştur. 1908-1918 arası dönem II. Meşrutiyet dönemi olarak adlandırılmış ve bu döneme artık siyasallaşmış ve iktidara hakim olmuş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti damgasını vurmuştur. II. Meşrutiyet dönemi Cumhuriyet’e giden süreçte çok önemli bir dönem olmuştur. 1909’da 31 Mart Olayı üzerine, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle birlikte parti ileri gelenleri yönetime hakim olmuştur. Bu dönemin özelliklerini ana hatlarıyla özetleyecek olursak; a- Cumhuriyetin kadroları bu dönemde yetişmiş,birçok inkılabın temeli atılmıştır. (harf inkılabı, kadın hakları,dil birliği,laiklik,demokrasi,halkçılık gibi kavramlar tartışılmıştır). b- Fikir zenginliği ve siyasallaşma dönemin en belirgin özelliğidir. Siyaset eğitim kurumlarına kadar uzanmış, pek çok siyasi parti kurulmuş, orduda siyasallaşma eğilimi artmıştır.c-Toplantı hürriyeti grev hakkı gibi haklar verilmiş, eğitimin millileştirilmesi yönünde çaba sarfedilmiştir. d- Milli iktisat programı hazırlanarak devletçilik politikası uygulanmıştır. Türkçülük fikri geliştirilmiş, sade dil, Türkçecilik gibi kavramlar ileri sürülmüş, bir çok gelişme millilik esasına göre şekillenmiştir.( milli tarih, milli sanat vb.) e- Toplum hayatında batı usulünde sinema, tiyatro,gazino vb. sosyal etkinlik mekanları görülmeye başlanmıştır. f- En önemliside fikri gelişmeler Türkiye Cumhuriyeti’ne tecrübe birikimi oluşturmuş, bu dönemde ortaya çıkan eğitim sistemi, “Osmanlı Milleti”anlayışını “Türk Milleti” anlayışına dönüştürmüştür.Türkçülük fikri geliştirilmiş, sade dil, Türkçecilik gibi kavramlar ileri sürülmüş, bir çok gelişme millilik esasına göre şekillenmiştir.( milli tarih, milli sanat vb.) e- Toplum hayatında batı usulünde sinema, tiyatro,gazino vb. sosyal etkinlik mekanları görülmeye başlanmıştır. f- En önemliside fikri gelişmeler Türkiye Cumhuriyeti’ne tecrübe birikimi oluşturmuş, bu dönemde ortaya çıkan eğitim sistemi, “Osmanlı Milleti”anlayışını “Türk Milleti” anlayışına dönüştürmüştür.Türkçülük fikri geliştirilmiş, sade dil, Türkçecilik gibi kavramlar ileri sürülmüş, bir çok gelişme millilik esasına göre şekillenmiştir.( milli tarih, milli sanat vb.) e- Toplum hayatında batı usulünde sinema, tiyatro,gazino vb. sosyal etkinlik mekanları görülmeye başlanmıştır. f- En önemliside fikri gelişmeler Türkiye Cumhuriyeti’ne tecrübe birikimi oluşturmuş, bu dönemde ortaya çıkan eğitim sistemi, “Osmanlı Milleti”anlayışını “Türk Milleti” anlayışına dönüştürmüştür.bu dönemde ortaya çıkan eğitim sistemi, “Osmanlı Milleti”anlayışını “Türk Milleti” anlayışına dönüştürmüştür.bu dönemde ortaya çıkan eğitim sistemi, “Osmanlı Milleti”anlayışını “Türk Milleti” anlayışına dönüştürmüştür.

19- Fikir Hareketleri: Osmanlıcılık: Önceki konuda da belirtildiği üzere Genç Osmanlılar tarafından savunulan bu düşünce, I. Meşrutiyet’in ilanını hazırlamıştır. Fransız İhtilali’nin yaydığı milliyetçilik akımının ve dış güçlerin etkisiyle 19. yy boyunca azınlık isyanları ile uğraşan Osmanlı Devleti’nin yönetici ve aydınları bir “Osmanlı Milleti “fikrine sıkı sıkı sarılarak çöküşün önüne geçebileceklerine inanmışlardır. Ancak önce Yunanistan olmak üzere (Sırbistan,Romanya, Karadağ,Bulgaristan,Arnavutluk)gibi toprakların elden çıkması bu düşüncenin çare olamayacağını açıkça ortaya koymuştur. Özellikle Balkan Savaşları yenilgisi, bu açıdan önemli bir dönüm noktası olmuştur. İslamcılık: Osmanlı Devleti’nin siyasi ve sosyal bütünlüğünü korumayı din bütünlüğünde gören bir fikir olarak ortaya çıkan İslamcılık, özellikle gayr-ı müslimlerin ayrılmak için gösterdiği faaliyetler sonucu ortaya çıkmıştır. II. Abdülhamid döneminde İslamcılık bir devlet politikası haline getirilmiştir. Ancak İslam dünyasının bir kısmının sömürge haline gelmesi, Osmanlı Devleti’nin müslüman topluluklara hakim olamaması ve özellikle İngilizlerin Osmanlı aleyhine faaliyetlerde bulunması, İslamcılık politikası için geç kalındığını ortaya koymuştur. Özellikle, I. Dünya Savaşı’nda Halifenin cihad ilanına karşı Araplar’ın destek vermemesi ümmetçilik anlayışının zayıfladığının en önemli göstergesidir. Türkçülük: Osmanlı Devleti bünyesinde özellikle gayrı Türk unsurlar arasında milliyet bilincinin uyanması, Türkler üzerinde tepki yaratmakla birlikte, bu durum uzun süre siyasi bir anlayışa dönüşmemiştir. Türkçülük akımı önce dil konusunda kendini hissettirmiştir. Kanun-ı Esasi’de Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesi ve daha sonrasında ortaya çıkan gelişmeler Türkçülük akımını siyasi kimlik kazanma akımına dönüştürmüştür. Özellikle de İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesi, Rusya ve Kırım’dan gelen Türklerin etkisi, Türklük aleyhtarı hareketlerin artması, Osmanlılık ve İslamcılık akımlarının beklenen sonucu vermemesi de bu durumu tetikleyen asıl unsurlar olmuştur. 1908’den sonra kurulan Türk Ocakları sayesinde yaygın bir şekilde TürkçülükTurancılık fikirleri Yeni Mecmua ve Türk Yurdu gibi yayın organlarında teorik olarak tartışılmış ve güçlenmiştir. Ziya Gökalp’de dilde Türkçülük fikrini benimsemiştir.Özellikle Balkan Savaşları’ndan sonra Türkçülük akımı güç kazanmıştır. Bu akım her ne kadar devletin dağılmasına çare olamadıysa da, Türk Milliyetçilerinin kararlı mücadeleleri sonunda İmparatorluğun küllerinden güçlü bir Türk devleti doğmuştur. Batıcılık: 1718’den itibaren Batılı etkilerin sızmaya başladığı Osmanlı’da bu yönde ıslahatlar yapıldı ise de yapılan teşebbüsler istenilen başarıyı vermemiştir. Batıdan teknik ve fikri gelişmelerin alınması kaçınılmaz olmakla birlikte, uyguladıkları emperyalist politikalar Türk aydınını çelişkide bırakmıştır. Batıdan neyin alınıp, neyin alınamayacağı konusu uzun süre tartışılmıştır. Abdullah Cevdet, Süleyman Nazif, Ahmet Muhtar gibi aydınlar Batıcılık fikrini savunmakla birlikte din, kültür, gelenek gibi konularda anlaşamamışlardır.

II. Bölüm Osmanlı Devleti’nin Çöküşü 20. yy başlarında Osmanlı Devleti

1-Trablusgarb Savaşı: Sömürgecilik yarışında geç kalan İtalya, sanayisi için hammade ve pazar arayışı içerisinde idi. Kendisini uluslararası siyasette, büyük devletlere kabul ettirmek isteyen İtalya, Trablusgarb’ın İtalya’ya coğrafi olarak yakınlığından ve Osmanlı Devleti’nin güçsüzlüğünden yararlanarak,1911’de Trablusgarb’ı işgale başladı..Osmanlı devleti buraya ne karadan ne de denizden yardım götürebilecek konumda değildi. İngiltere, Fransa ve Rusya bu işgale kendi çıkarları için sessiz kaldılar. Enver Paşa, ve Mustafa Kemal gönüllü olarak Trablusgarb’ı savunmaya gittiler. Savaş uzayınca İtalyanlar 12 adayı işgal edip Çanakkale Boğazına saldırdılar, bu esnada Balkan savaşları da başlayınca Osmanlı Devleti barış istemeye mecbur kalarak Uşi anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşmaya göre, Rodos ve 12 ada Balkan Savaşı bitene kadar geçici olarak İtalya’ya verilecekti. Uşi ile Osmanlı Devleti Kuzey Afrika’daki son toprağını da kaybetmiş oldu.

2-Balkan Savaşları I. Balkan Savaşı’nın Nedenleri: a)Trablusgarb Savaşı sonunda, Osmanlı Devleti’nin güçsüzlüğünün açıkça ortaya çıkması. b)Reval görüşmeleri neticesinde İngiltere’nin Rusya’yı Balkanlarda serbest bırakması (PanSlavizim). c)Bağımsızlıklarını yeni kazanmış olan Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ın Rusya’nın kışkıtmalarıya topraklarını daha da genişletmek istemesi. Karadağ’ın Osmanlıya saldırmasıyla (1912)I. Balkan Savaşı patlak verdi. Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan ‘da savaşa katıldı. Sonuç: I.Balkan savaşı Osmanlı devletinin ağır toprak kaybıyla sonuçlanmış ve Londra Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmayla; sonuç olarak Osmanlı, Edirne – Kırklareli dahil Midye- Enez hattının batısında kalan bütün topraklarını kaybetmiş ve Ege denizindeki hakimiyeti sona ermiştir. Arnavutluk savaş sırasında bağımsızlığını ilan etti(1913) Balkanlardan Anadolu’ya büyük göç hareketi olmuş ve Balkanlarda Türk Azınlığı Sorunu ortaya çıkmıştır. Londra’da görüşmeler devam ederken İttihat ve Terakki Partisi yenilgiden sorumlu tuttuğu Kamil Paşa Hükümeti’ni Babı Ali Baskını ile devirerek iktidarı ele geçirmiştir(1913). II. Balkan Savaşı ( 1913): Ege denizine ulaşan, Bulgaristan savaştan ve Londra Antlaşması’ndan en karlı çıkan devlet olmuştur. Bu durum başta Yunanistan olmak üzere diğer Balkan devletlerini rahatsız etmiş ve II. Balkan Savaşı’na neden olmuştur. Balkan devletlerinin birbirine düşmesinden yararlanan Osmanlı’da Bulgaristan’a savaş açarak Edirne’yi geri aldı ise de Meriç’in batısına geçememiştir. Atina ve İstanbul anlaşmaları ile Balkanların statüsü büyük ölçüde belirlenmiştir.. Sonuç olarak: Osmanlı Devleti’nin Balkan hakimiyeti kesin olarak sona erdi. Balkanlarda Türk nüfusu azaldı. Milyonu aşan bir göçmen kitlesi Anadolu’ya geldi.Bu durum Osmanlı’nın zaten bozuk olan ekonomisini daha da zora soktu.Balkanlar’daki siyasî dengeler alt üst oldu bu istikrarsızlık I. Dünya Savaşı’na giden süreci hızlandırdı.

3-I. Dünya Savaşı (1914-1918): Genel Sebepler:

1. Almanya ile İngiltere arasında ki ekonomik rekabet.

2. Fransa ile Almanya arasında ki Alsas- Loren meselesi.

3. 1871’de Almanya ve İtalyanın siyasi birliklerini tamamlayarak sömürge yarışına katılması.

4. Rusya’nın Pan-Slavizm politikasi.

5. Rusya ile Avusturya Macaristan arasında ki anlaşmazlık(Pan-Slavizm).

6. Sömürgeciliğin Emperyalizme dönüşmesi.

7.Milletlerarası silahlanma yarışı.

8.Milliyetçilik akımının etkileri.

9.Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşma düşüncesi.

Savaşın yakın sebebi: Avusturya Macaristan Veliahdının, Bosna’da bir Sırplı tarafından öldürülmesi ile I. Dünya savaşı patlak vermiştir,öncelikle Avusturya Macaristan Sırbistan’a savaş ilan etmiştir. Bunu diğer devletlerin birbirine zincirleme olarak savaş ilan etmeleri izlemiş ve tüm Avrupaya yayılmıştır. Osmanlı Devletinin Savaşa Girişi: Almanya siyasi birliğini tamamladıktan sonra Osmanlı Devleti’ne yönelmiştir. İngiltere’nin geleneksel Osmanlı politikasını terk ederek Rusya’ya yaklaşması, Osmanlı Devletini zorunlu olarak Almanya’ya yaklaştırmıştır. Türk -Alman ilişkileri Berlin- Bağdat demiryolları projesinin Almanya’ya verilmesi ile daha da gelişmiş, Balkan topraklarının kaybedilmesi ise Türk-Alman ittifakına neden olmuştur. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen muhtemel bir savaş esnasında,Osmanlı Devleti yöneticileri, İtilaf devletleri yanında İngiltere ve Fransayla müttefik olmayı düşünmüşlerdi.Ancak bu teşebbüsleri gerek Fransa gerek İngiltere tarafından geri çevrilmiş ve Osmanlı Devleti adeta Almanya’nın kucağına atılmıştır.Bunun yanı sıra Osmanlı Devleti’nin son dönemde kaybettiği toprakları geri almak istemesi, İttihat ve Terakki Partisi’nin Almanya yanlısı bir politika izlemesi ve Almanya’nın savaşı kazanacağına duyulan güve n gibi sebeplerde devleti savaşa sürüklemiştir. Almanya ise; yeni cepheler açılmasını sağlamak, Halifeliğin gücünden yararlanmak, Rusya’ya Boğazlardan gidecek yardımı engellemek, Osmanlının yer altı kaynaklarından yararlanmak vb. sebeplerle Osmanlı devletini kendi yanında savaşa sokmak için her türlü çabayı göstermiştir.

Osmanlı Devletinin Savaştığı Cepheler:

1)Kafkas Cephesi: Rus kuvvetlerini Kafkaslar’dan atıp Almanları rahatlatmak, Irak petrollerini korumak ve Türkmenistan’a ulaşmak amacıyla açıldı. Erzurum, Muş, Bitlis, Erzincan , Trabzon Rusların eline geçti. 2)Kanal Cephesi: Almanya’nın isteği ile açılan bu cephe de Mısır İngilizlerden alınmak istendi – Amaç İngiltere’nin sömürgeleriyle bağlantısını kesmektir.

3)Suriye- Filistin Cephesi: Kanal Cephesinde yenilen Osmanlı kuvvetleri burada İngilizlere karşı bir savunma hattı oluşturdu.

4)Hicaz -Yemen Cephesi: Kutsal yerleri korumak amacıyla İngilizlere ve ayaklanan Araplara karşı açıldı. 5) Irak Cephesi: İngilizler bölge petrollerini almak ve Kafkaslar’dan Ruslar’a yardım ulaştırmak amacıyla bu cepheyi açtılar.

6) Galiçya- Makedonya ve Romanya Cephesi:Bu cephede savaşlar Fransa, Rusya ve Romanya ordularına karşı yapıldı.

7) Çanakkale Cephesi: Rusya’ya yardım ulaştırarak savaşı sürdürmesini sağlama ve Almanya’nın doğuya ilerlemesine engel olmak amacıyla açılmıştır. Rusya yardım alamayınca. Ekim 1917 de Bolşevik İhtilali olmuş ve Çarlık rejimi yıkılmıştır. Yeni yönetim Brest- Litovsk Antlaşmasıyla savaştan çekildi. I. Dünya Savaşı 2 yıl daha uzadı. Beşyüzbinden fazla insan hayatını kaybetti. İstanbul ve Boğazlar muhtemel bir istiladan kurtarıldı. Türk milletine direnme gücü ve azmi aşıladı, Milli mücadelenin manevi kaynaklarından birisi olan Çanakkale zaferi ile birlikte “Anafartalar Kahramanı” olarak anılan Mustafa Kemal Paşa kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim haline geldi. Bulgaristan İttifak Devletleri yanında savaşa girdi. Böylece Almanya ile kara bağlantısı kuruldu. Osmanlı Devleti’nin başarılı olabildiği tek cephedir.

Gizli Anlaşmalar: Müttefik devletler, I. Dünya savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin topraklarının ne şekilde bölüneceğine kendi aralarında karar vermiş, ve bu yönde 1915-17 yılları arasında dört farklı anlaşma yapılmıştır. İstanbul anlaşması(1915): – İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalandı. Boğazlar Ruslara bırakıldı. Londra Antlaşması(1915): İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında imzalandı. İtalya bu anlaşma ile İtilâf devletleri yanında savaşa girdi. Savaş sırasında söz konusu devletler Osmanlı topraklarından bazı yerleri işgal ederlerse, Antalya’ya yakın yerler İtalya’ya ayrılacak ,12 Ada ve çevresi İtalya’ya verilecekti. Sykes- Picot Antlaşması(1916): İngiltere ve Fransa arasında Ortadoğu’yu paylaşmak amacı ile yapılmış bir anlaşmadır.

Ortadoğu’yu ayrıştırma amacı güden bu anlaşmanın Bolşevikler tarafından 1918’ de diğer gizli anlaşmalarla birlikte ilan edilmesi özellikle Ortadoğu’da büyük karışıklıklar çıkarmış ,bir yandan Araplar’ın diğer yandan Batılı devletlerin arasını açmıştır. Saint Jean De Maurienne(1917): Sykes- Picot Antlaşması’nın İtalya tarafından öğrenilmesi, İtalyan hükümetinin tepkisine neden olmuş ve bazı taleplerde bulunmasına yol açmıştır. Bunun üzerine, İngiltere, İtalya ve Fransa arasında imzalanan bu anlaşma ile İtalya’ya, İzmir, Konya, Mersin hariç Antalya veriliyordu. 1917 Ekim devrimi ile birlikte iktidara gelen Bolşeviklerin, Rus Çarlığı’nın kasasındaki gizli anlaşmaları dünyaya duyurmaları Osmanlı Devleti üzerindeki tüm emperyalist istekleri de gözler önüne sermiştir. I. Dünya Savaşının Genel Sonuçları: 1917 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Wilson Prensipleri ile İtilaf devletleri yanında savşa girmesi bütün dengeleri alt üst etmiş ve savaşın süresini kısaltmıştır. Değişen güç dengeleri karşısında fazla dayanamayan İttifak devletleri birer birer ateşkes isteyerek savaştan çekilmiştir.

1. Dört büyük imparotorluk tarih sahnesinden silinmiştir. ( Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya Macaristan, Rus Çarlığı ve Alman İmparatorluğu).

2. Milletlerarası anlaşmazlığa çözüm bulmak amacıyla Milletler Cemiyeti Kuruldu.

3. Manda kavramı ortaya çıktı.

4. İlk kez tanklar ve deniz altılar bu savaşta kullanılmıştır

5. Amerika Birleşik Devletleri dünya siyasetine giriş yapmıştır.

6. İmparatorlukların yıkılmasıyla milli devletler kurulmuştur.

7. İlk topyekün savş olan I. Dünya Savaşı ile birlikte, savaş cephe gerisine taşınmıştır.9.

8.Savaşı bitiren anlaşmalar: Almanya ile Versay, Avusturya ile St. Germain, Macaristan ile Trianon, Bulgaristan ile Nöyyi imzalanmış ve nihayetinde Osmanlı Devletine, Sevr Anlaşması dayatılmıştır. Mondros Ateşkes Anlaşması (30 Ekim 1918): I Dünya Savaş’nın geleceği ABD’nin savaşa girişi ile önemli ölçüde değişmiş ve İttifak Devletleri için savaşı kazanmak ümit olmaktan çıkmıştır. Bulgaristan’ın teslim olduğu gün Almanya’da barış girişiminde bulunmaktan başka çare olmadığını düşünerek AvusturyaMacaristan ve Osmanlı Devleti ile bu konuda yazışmalara girişmiştir. Nihayetinde 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti de 25 maddeden oluşan mütarekeyi imzalamıştır. Bu mütareke ateşkes olmaktan çok uzak tam anlamıyla bir işgal ve paylaşım anlamasıdır. En çok tartışılan maddeleri 7 ve 24’tür.

7. madde: İtilâf Devletleri güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıktığında herhangi bir stratejik noktayı işgal hakkına sahiptir. 24. madde: Doğuda altı ilde ( Vilâyet-i Sitte) bir karışıklık çıkarsa buralar ( Erzurum, Elazığ, Van, Bitlis, Sivas, Diyarbakır) İtilaf Devletleri tarafından işgal edilcektir. (Bir Ermeni Devleti kurmak amacı güdülmektedir.) Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti fiilen sona ermiş, Anadolu’da sistematik işgaller başlamıştır Siyasi Hesaplar ve İşgallerin Başlaması: İlk olarak, 3 Kasım 1918’de Musul, İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Fransızlar; Adana, Antep, Maraş, Urfa, Suriye; İtalyanlar, Antalya, Konya İstasyonu, Burdur civarını işgal etmişlerdir. Ermeniler de Doğu Anadolu Bölgesi’ni işgale başlamışlardır. İzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar tarafından işgal edilmesi iseKurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olmuştur. Paris Barış Konferansı (Ocak 1919 -1920 )

Konferansın amacı, I. Dünya Savaşı sonrasında bozulan güçler dengesini yeniden tesis etmek ve savaşta yenilen devletlerin kaderini belirleyerek bir an önce barış anlaşmaları yapmaktır. 32 devletin temsilcileriyle oldukça geniş katılımlı bir konferanstır. Ancak dünyanın geleceğini belirleyecek kararlara sadece beş ülkenin devlet adamları imza atmıştır. ABD, İngiltere, Fransa, Japonya ve İtalya. Ancak Japonya Avrupa ile pek ilgilenmemiş, İtalya ise sürekli dışlanmış ve nihayet Yunanistan tercih edilmiştir. Dolayısıyla dünya haritasını aslında üç devlet ABD, İngiltere,Fransa çizmiştir. Almanya’ya Versay anlaşması dayatılmış, Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu toprakları için büyük pazarlıklar yapılmıştır. Büyük iddialarla yola çıkan ve özellikle self-determinasyon kavramı üzerinde duran Paris Barış Konferansı’nda bir süre sonra daha çok hırslar ve intikam hisleri ön plana çıkmıştır. Böylece güçler dengesi düzenlenmekten çok daha da altüst edilmiştir. Paris Konferansı sonrası oluşan şartlar II. Dünya Savaşı’nın nedenlerini hazıralmıştır. Konferansta, Milletler Cemiyeti’nin kurulması kararı alınmış, İzmir’e 15 Mayıs 1919’da Yunan birlikleri haksız bir şekilde çıkarılmış ve self determinasyon ilkesi ihlal edilmiştir. Bağımsız bir Ermenistan fikri büyük destek görmüş ve ABD mandasında bir Ermenistan kurulmasına karar verilmiştir. Konferansta Sevr hariç diğer barış anlaşmalarının esasları belirlenmiştir. Milli Cemiyetler Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti: 2 Aralık 1918’de Edirne’de, Yunan istila ve işgaline karşı kurulmuştur. İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti: 26 Aralık 1918’ de İzmir’de, Rum iddialarına ve İzmir’in işgaline karşı kurulmuştur.

Kilikyalılar Cemiyeti: 20 Aralık 1918’de Adana ve çevresinde Fransız işgali ve Ermeni saldırılarına karşı halkın haklarını savunmak amacıyla kurulmuştur. Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti: Trabzon ve çevresinde Pontus Rum Devleti’nin kurulmasını engellemek için çalışmıştır. Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti: 12 Şubat 1919’da Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulmasını engellemek ve buranın bütünlüğünü korumak için kurulmuştur. Milli Kongre Cemiyeti: 29 Kasım 1918’de İstanbul’daki yazar ve aydınlar tarafından, İşgallerin haksızlığını basın yoluyla dünya kamu oyuna duyurmak amacıyla kurulmuştur. Anadolu Kadınları Vatan Cemiyeti:5 Kasım 1919’da Sivas’ta kurulmuş, vatanın istiklali adına mitingler düzenleyip İtilaf devletlerine protesto telgrafları göndermişlerdir. Azınlıkların Kurduğu Düşman Cemiyetler: Mavri Mira Cemiyeti:Rumlar tarafından kurulmuş bu cemiyet İstanbul Rum Patrikanesi tarafından desteklendi. Amacı Megola İdea’yı gerçekleştirmektir. Etnik-i Eterya:Rumların yaşadığı bütün toprakların Yunanistan’a katılması için çalışan bir dernektir. Pontus Rum Cemiyeti:Amacı Trabzon ve çevresinde bir Rum devleti kurmaktır. Hınçak Komiteleri : Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan devleti kurarak bunu Rus Ermenistanı ile birleştirmektir. Taşnak Sutyun Komitesi:Tifliste, Tiflisteki “Genç Ermenistan”, Van’da ki “Armenikan” ile Hınçak Ermeni komitelerini birleştirmek, isyan çıkartmak, silah sağlamak. ve Ermenistan’ın bağımsızlığını sağlamak amacı ile kurulmuştur. Alyans İsralit ve Makabi Cemiyeti:Yahudiler tarafından kurulan bu cemiyetin amacı Orta doğuda bağımsız bir Yahudi devleti kurmaktır. Milli Varlığa Düşman Cemiyetler: Sulh Ve Selamet-i Osmaniye Fırkası : Mandacılık fikrini savunmuşlardır. Hürriyet ve İtilâf Fırkası ile birlikte hareket etmişlerdir. İslam Teali Cemiyeti: Anadolu’daki ulusal direnişe karşı olan bu cemiyet, halifelik yanlısı bir politika izlemiş, milli mücadeleye karşı bir tavır sergilemiştir. Kürt Teali Cemiyeti:Wilson İlkelerine dayanarak Doğu Anadolu’da bağımsız bir Kürdistan kurmayı amaçlamıştır. İngiliz Muhipleri Cemiyeti: Padişah tarafından desteklenen bu cemiyet, milli Mücadeleye karşı çıkmiş İngiliz mandacılığını savunmuştur. Alemdar gazetesi bu cemiyetin yayın organı olarak faliyet göstermiştir. Wilson Prensipleri Cemiyeti: Amerikan mandacılığını savunmuşlardır.

III.BÖLÜM Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçişi ve Milli Mücadele

Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki Faaliyetleri ve Anadolu’ya Geçişi: Mondros ateşkesiyle birlikte emir ve komuta ettiği ordular grubu dağıtılmış olan Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelmiş, tarihi tesadüf olarak İstanbul’a gelmekte olan düşman gemilerini görmüştür. “Ne yapıp Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı” diyen Atatürk şu meşhur sözünü söylemiştir: “geldikleri gibi giderler”. Mustafa Kemal’in İstanbul faaliyetleri daha çok siyasi faaliyetler olarak değerlendirilebilir. 19 Mayıs 1919’a kadar geçen altı ayda yakın arkadaşlarıyla görüşmüş, gazetelere demeçler vermiş ve faaliyetlerini Minber gazetesi aracılığı ile duyurmaya çalışmıştır. Ancak bu faaliyetlerin sonuç vermemesi, kendisinde bir an önce Anadolu’ya (mümkün olursa) bir devlet görevi alarak geçmek kanaatini uyandırmıştır. Nihayetinde kendisine verilen 9. Ordu Müfettişliği ile görünürdeki vazifesi “Samsun ve civarındaki asayişsizliğe son vermek”olan Mustafa Kemal’in gerçek amacı kurtuluş savaşını başlatmaktır. Aynı zamanda uygun bir zemin oluştuğunda Milli bir devlet tesis etmek düşüncesine sahiptir. Ancak Nutukta da belirttiği gibi bunu “Milli bir sır” olarak saklamış ve en yakınına dahi söylememiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’daki Faaliyetleri : 16 Mayıs 1919’da üst düzey bir devlet görevlisi olarak karargahıyla birlikte İstanbul’dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa üç gün sonra Samsun’a gelmiştir. Kendi ifadesiyle “19 senesi Mayısın 19. günü Samsun’a çıktım”sözleri bağımsızlık yolunda atılmış ilk adımdır.

SAMSUN RAPORU(22 Mayıs 1919):Samsun’a gelen Mustafa Kemal Paşa’nın ilk işi, durumu yerinde gözlemleyip Samsun Raporunu yazmak olmuştur. Sözkonusu rapor Mustafa Kemal’in Ordu müfettişliği talimatının sınırlarını aşarak bütün ülkenin geleceği ile ciddi bir şekilde ilgilendiğini açıkça göstermektedir. Raporda, Rum azınlığın faaliyetlerine, İzmir’in işgaline açıkça bir karşı çıkış vardır.Böylece yabancı mandasının kabul görmeyeceği adeta ilan edilmiştir.

HAVZA BİLDİRGESİ (Mayıs 1919): Mustafa Kemal 25 Mayıs’ta karagahını daha güvenli bir yer olan Havza’ya nakletmiş ve halkı bağımsızlık fikri etrafında toplamaya çalışmıştır. Valilere,kaymakamlara ve kumandanlıklara bir genelge gönderen Mustafa Kemal, İzmir’in işgalinin görkemli mitinglerle protesto edilmesini istemiştir. Bu genelge, Milli Mücadele döneminde yayınlanan ilk ulusal belgedir.

AMASYA GENELGESİ (22 Haziran 1919):. Milli Mücadelenin amacı, yöntemi ve gerekçesi ilk kez bu belge ile duyurulmuştur.(Vatanın bütünlüğü,milletin bağımsızlığı tehlikededir.İstanbul hükümeti içinde bulunduğu durumdan dolayı görevini yerine getirememektedir. Milleti yine kendi azim ve kararı kurtaracaktır). Bu bildirge ile; milli bilinç harekete geçirilmiş,bağımsızlık yönünde önemli bir adım atılmıştır. Bir bağımsızlık bildirgesidir, üstü kapalı olarak da olsa milli egemenlik fikrinden bahsedilmektedir.

ERZURUM KONGRESİ (23 Temmuz/ 7 Ağustos 1919): Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından Ermeni faaliyetlerine karşı toplanmıştır. 3 Temmuzda Erzurum’a gelen Mustafa Kemal Paşa 7-8 Temmuz gecesi askerlik görevinden istifa etmiştir. Kongre kararları içinde; Milli sınırlar ifadesi ilk kez kullanılarak, vatanın bir bütün olarak savunulacağı belirtilmiş, Manda ve himaye ilkdefa açıkça reddedilmiş,azınlıklar konusuna değinilmiş,bu kongre ile Mustafa Kemal Milli Mücadelenin doğal lideri olmuştur.Bölgesel amaçlı olarak toplanan Erzurum Kongresine Mustafa Kemal’in dahil olmasıyla birlikte kongre kararları ulusallığa dönüşmüştür. Alınan kararlar Sivas Kongresi ve Misak-ı Milli kararlarının biçimlenmesinde etkili olmuştur.Kongreden sonra 9 kişiden oluşan ve başkanlığını Mustafa Kemal‘in yaptığı bir “Temsil Heyeti” oluşturulmuş bu heyet Sivas Kongresi’nin toplanabilmesi için gerekli hazırlıkları yapmıştır.

SİVAS KONGRESİ(4-11 Eylül) Milli bir Kongre olarak toplanan Sivas Kongresi’nde.Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar bir kez daha tekrarlanmıştır. Mebusan Meclisi’nin bir an önce açılması istenmiş ve ulusal iradenin üstünlüğü vurgulanmıştır. Erzurum Kongresi’nden en önemli farkı ülkedeki bütün cemiyetlerin Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti çatısı altında toplanmasıdır. Ayrıca, Temsil Heyetinin üye sayısı arttırılmış, milli davayı dünyaya duyurmak üzere “İrade-i Milliye”gazetesi çıkarılmaya başlamıştır.

AMASYA GÖRÜŞMELERİ (20-22 Ekim 1919) Görüşmeye Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa katılmıştır. Böylece; İstanbul Hükümeti, Temsil Heyetini resmen tanımış, seçimlerin yapılması ve Mebusan Meclisi’nin açılması konusunda görüş birliğine varılmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın bütün uyarılarına rağmen Padişah Mebusan Meclisi’nin İstanbul dışında toplanmasını kabul etmemiştir.

21

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN ANKARAYA GELİŞİ(27 Aralık 1919): Mebusan Meclisi için seçimler yapılması ilan edildikten sonra, Komutanlar toplantısında;Anadolu’dan seçilen mebusların nerede toplanacakları meselesi gündeme gelmiş ve Ankara’da karar kılınmıştır. Sivas’tan 18 Aralık’da yola çıkan Temsil Heyeti 27 Aralık 1919’da Ankara’ya ulaşmıştır. Mili Mücadele’nin kalbi olan Ankara kasabasının merkez seçilmesinde; güvenli bir bölge olması, Batı Anadolu’ya yakınlığı, kuvvetli bir milli teşkilata sahip olması, demiryolları ile İstanbul’a bağlanması,matbaasının olması vb. nedenler önemli bir rol oynamıştır. Ankara’nın merkez seçilmesiyle birlikte Sivas’ta çıkarılmaya başlayan İrade-i Milliye gazetesi Hakimiyyet-i Milliye adıyla devam etmiş ve Kurtuluş Savaşımızın resmi yayın organı olmuştur.

MİSAK-I MİLLİ(28 Ocak 1920)ve İstanbul’un İşgali(16 Mart 1920): Ana çerçevesi, Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile belirlenen bu belgenin ilk müsvetteleri Ankara’da Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanmıştır.Kurtuluş savaşımızın amacı ve programını belirleyen Misak-ı Milli belgesi Wilson Prensipleri esas alınarak hazırlanmıştır. 6 maddelik Misak-ı Milli belgesi,mili iradeyi temsil eden milletvekillerinin namüsait şartlarda ortaya koyduğu bağımsızlık bildirgesidir. Kars-Ardahan-Batum’da, Batı Anadolu’da, ve Mondros Ateşkesi imzalandığında düşman işgali altında kalan Arap topraklarında halkoylaması talep eden bu belge Kurtuluş Savaşı sırasında halk oylaması öneren ilk belgedir. Milli sınırlar bu belge ile açıklanmış, Boğazlar ve azınlık haklarına değinilmiş,en önemlisi ilk kez kapitülasyonların kaldırılması yönünde bir karar alarak ekonomik bağımsızlığa dikkat çekilmiştir. Misak-ı Milli’nin Kurtuluş Savaşı’nın programı olduğunu düşünürsek gösterdiği en önemli iki hedef “siyasi bağımsızlık ve en az onun kadar önemli olan ekonomik bağımsızlık”tır.Misak-ı Milli belgesi, 28 Ocak 1920’de Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabul edilmiştir. Bu durum İngilizlerin şiddetli tepkisine yolaçmış,16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edilerek Meclis işlemez bir hale getirilmiş, birçok milletvekili tutuklanmıştır. Bu işgal ile Osmanlı Devleti’nin siyasi varlığı hukuken sona ermiştir.28 Ocak 1920’de Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabul edilmiştir. Bu durum İngilizlerin şiddetli tepkisine yolaçmış,16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edilerek Meclis işlemez bir hale getirilmiş, birçok milletvekili tutuklanmıştır. Bu işgal ile Osmanlı Devleti’nin siyasi varlığı hukuken sona ermiştir.28 Ocak 1920’de Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabul edilmiştir. Bu durum İngilizlerin şiddetli tepkisine yolaçmış,16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edilerek Meclis işlemez bir hale getirilmiş, birçok milletvekili tutuklanmıştır. Bu işgal ile Osmanlı Devleti’nin siyasi varlığı hukuken sona ermiştir.

IV. BÖLÜM İlk BMM’nin Açılması ve Yeni Türk Devleti’nin Kuruluşu

İstanbul’un işgalini zamanında haber alan Mustafa Kemal Paşa,19 Mart 1920’de Temsil Heyeti adına önemli bir genelge yayınlamış, seçimlerin yenilenmesini Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanmasını (Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarına dayanarak)istemiştir. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra 23 Nisan 1920 ‘de açılan ilk meclise gelen mebuslar üç farklı şekilde oluşmuştur: İstanbul’dan Meclis-i Mebusan’dan gelenlenler, sürgünden gelenler,19 Mart tebliğine göre seçilmiş olanlar.

  1. Kurucu meclis ve olağanüstü hal meclisidir.Kurucu sıfatına uygun olarak çıkardığı en önemli kanun “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”dur. Bu kanun gereği “İstiklal Mahkemeleri” kurulmuştur.

  2. Güçlerbirliğiİlkesinibenimsemiştir(yasama,yürütme,yargıgüçlerini),bünyesinde toplamıştır.

  3. TBMM’nin açılmasıyla “Temsil Heyeti” nin görevi sona ermiştir.

  4. Yaptığı ilk ve tek inkılap hareketi saltanatın kaldırılmasıdır(1 Kasım 1922)

  5. Kurtuluş Savaşını yapan meclistir.

  6. Muhalefetin etkili olduğu bu meclis demokratik bir ruha sahiptir. Çeşitli fikirler serbestçe tartışılmıştır. (Müdafaa-ı Hukuk,Islahat,İstiklal,Halk Zümresi ve Tesanüt grupları vardır).

  7. Azınlık temsilcisi yoktur dolayısıyla milli bir meclistir.

  8. İlk siyasî başarısı Ermenilerle yapılan Gümrü Antlaşması(3 Aralık 1920)dır.

  9. Birçok fikir grubu olmasına rağmen genel olarak 2 grup göze çarpmaktadır. I. Grup ve 2. Grup olarak adlandırılan milletvekilleri adeta bir iktidar-muhalefet ilişkisi yürütmüşlerdir.

TBMM’ye Karşı Ayaklanmalar: TBMM’nin açılması İngilizleri ve İstanbul Hükümetini oldukça rahatsız etmiştir. Damat Ferit Hükümeti, 4 Mayıs 1920’de Mustafa Kemalve arkadaşları hakkında idam kararı almıştır. Bu ayaklanmaları dört grupta inceleyebiliriz: a)İstanbul Hükümeti tarafından çıkarılan ayaklanmalar: Anzavur Ayaklanması, Kuvay-ı İnzibatiye Ayaklanması, b) İtilaf devletleri ve İstanbul Hükümeti’nin desteği ile çıkarılan ayaklanmalar: Bolu, Düzce, Hendek Ayaklanmaları, Yozgat Ayaklanması,Afyon Ayaklanması, Konya Ayaklanması, Milli Aşireti Ayaklanması, Ali Batı Ayaklanması. c)Azınlıkların çıkardığı ayaklanmalar:Doğu Anadolu ve Çukurova’da Ermeni ayaklanmaları, Doğu Karadeniz ve Batı Anadolu’da Rumların çıkardığı ayaklanmalar.Milli aşireti,CemilÇeto veKoçgiriisyanlarıiseKürtlertarafındançıkarılmıştır. d)Kuvay-ı Milliye birliklerinin ayaklanmaları:Düzenli orduya katılmak istemeyen Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe ayaklanmaları. Ayaklanmalara karşı; Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkarılarak( 29 Nisan 1920 ) İstiklal Mahkemeleri kurulmuş ve düzenli birlikler oluşturulmuştur.

Sevr Anlaşması (10 Ağustos 1920): Misak-ı Milli’nin kabul edilmesi İtilaf devletlerinin tepkisine ve İstanbul’un işgal edilmesine yolaçmıştır. Bu duruma Anadolu’nun tepkisi çok şiddetli olmuş ve millet adına hakimiyeti üzerine alan TBMM kurulmuştur. Emperyalist devletlerin dayatmalarına karşı Türk Milletinin büyük bir direniş göstermesi İtilaf devletlerinde bir an önce anlaşma sürecini neticelendirme kaygısı doğurmuştur. Böylece San- Remo Konferansı sonrasında, tarihe Sevr Anlaşması olarak geçen 433 maddelik belgeyi hazırlayan İtilaf Devletleri, barıştan ziyade aslında Türk Milletinin ölüm fermanını hazırlamışlardır. TBMM ‘nin şiddetle reddettiği bu belge karşısında verilebilecek tek karar; “ Ya İstiklal,Ya Ölüm” olmuş ve Kurtuluş savaşımızın sıcak safhası başlamıştır.Sykes-Picot gizli anlaşması ile başlayan Ortadoğu’yu ayrıştırma projesi ve Şark Meselesi Paris Barış Konferansıyla önemli bir mesafe katetmiş, Sevr anlaşması ile de adeta vücut bulmuştur

Kurtuluş Savaşı(1920-1922) Ana hatlarıyla üç cephede gerçekleşmekle birlikte en önemli muharebeler Batı Cephesinde olmuştur.

GÜNEY CEPHESİ: Bu cephede Fransız ve Ermenilerle mücadele edilmiştir. Düzenli ordu savaşı olmayıp bölge halkının çabalarıyla başarı sağlanmıştır. Kuvay-ı Milliye’nin mücadelesiyle; Urfa, Antep, Maraş ve Adana düşman işgalinden kurtulmuştur. Fransızlar ile imzalanan Ankara Antlaşması(20 Ekim 1921) ile bu bölgede barış sağlanmıştır.

DOĞU CEPHESİ: Ermeniler ile mücadele edilmiştir. Kazım Karabekir Paşa’nın kuvvetlerinden yararlanılmıştır. Gümrü Antlaşması(3 Aralık1920) ile Ermeniler işgal ettikleri yerleri boşaltmış, Kars ve çevresi Türklere geri verilmiştir.Gümrü,TBMM’nin bağımsız bir devletle imzaladığı ilk antlaşmadır. Doğu Cephesi kapanmış ve “Ermeni Sorunu”hukuki açıdan sona ermiştir. Daha sonraları imzalanan Moskova(16 Mart 1921) ve Kars (13 Ekim 1921) anlaşmaları doğu sınırımıza son şeklini vermiştir.

BATI CEPHESİ: Kurtuluş Savaşımızın ana cephesidir.Bu bölgede düzenli orduların yaptığı beş savaş vardır. Düzenli ordu birlikleri kurulmadan önce Çerkez Ethem’in güçlerinden yararlanılmıştır. Daha sonra Ali Fuat Paşa ardından İsmet Paşa bu cephede kumandanlık yapmıştır.

1-I. İnönü Savaşı(6-11 Ocak 1921): Bir savunma savaşı olan I. İnönü Muharebesiyle durdurulan Yunan birlikleri geri çekilmek zorunda kalmıştır. Düzenli ordunun ilk başarısı olan bu savaş düzenli orduya ve TBMM’ye duyulan güveni arttırmıştır. Bu güvenle 1921 Anayasası yapılmış ve 12 Martta İstiklal Marşı kabul edilmiştir. Sovyet Rusya ile Moskova Anlaşması(16 Mart) imzalanmış, Afganistan ile bir dostluk antlaşması yapılmıştır. İtilaf Devletleri mevcut durumu görüşmek üzere Londra Konferansını toplamışlardır. TBMM’yi de bu konferansa çağırmalarının amacı ikilik çıkartmak ve Sevr’i bir şekilde kabul ettirmektir. TBMM’nin siyasi varlığını ilk tanıyan müslüman ülke Afganistan olmuştur. Bu zafer TBMM’nin gücünü arttırmış bundan sonra her askeri başarı siyasi başarıyı da beraberinde getirmiştir.

2-II. İnönü Savaşı(23 Mart- 4Nisan 1921): TBMM ordularının direnişini kırarak Sevr’i mutlaka onaylatmak, Ankara’yı işgal ederek TBMM’yi dağıtmak, I. İnönü’nün intikamını almak gibi hedefler ile saldırıya geçen Yunan ordusu ikinci kez bozguna uğramıştır. İkinci kez kazanılan zafer TBMM’ye duyulan güveni daha da perçinlemiştir. İtilâf Devletleri arasında görüş ayrılıkları iyice su yüzüne çıkmıştır.

3-Kütahya – Eskişehir Muharebeleri(10-24 Temmuz 1921): I. ve II İnönü yenilgileri Yunanların hem İtilaf devletleri hem de kendi kamuoyları karşısındaki prestijlerini azaltmıştır. Tekrar saygınlıklarını kazanmak, taarruz gücü güçlenmeden Türk ordusunu imha etmek amacıyla İngilizlerin güçlendirdiği Yunan birlikleri taaruza geçmiştir. Yeterince güç toplayamayan Türk ordusu kendisinden sayı ve silahça üstün birlikler karşısında yenilgiye uğramıştır.Türk ordusu Mustafa Kemal’in emriyle daha uygun bir savunma hattı oluşturmak amacıyla Sakarya Nehri’nin doğusuna kadar geri çekildi. Bu muharebeler düzenli birliklerin ilk ve tek yenilgisidir. Eskişehir, Afyon ve Kütahya Yunan işgaline uğramıştır.TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’ya karşı muhalefet iyice su yüzüne çıkmıştır.Bütün tartışmalara rağmen Mustafa Kemal’e Başkomutanlık yetkisi verilmiş ve Tekalif-i Milliye Emirleri(7-8 Ağustos 1921) çıkarılarak Sakarya Savaşı için hazırlık yapılmıştır.

4-Sakarya Savaşı(23 Ağustos-13 Eylül 1921): Kütahya Eskişehir Savaşları’ndan aldıkları moralle Türk ordusuna son darbeyi vurmak isteyen Yunan ordusu, 14 Ağustosta yeniden harekete geçmişti. Tekalif-i Milliye Emirleri ile ordunun lojistik ihtiyacı kısmen karşılanmış ve Doğu’daki bazı birlikler Batı’ya kaydırılmış olmasına rağmen yinede Türk ordusu Yunan ordusu ile mukayese edildiğinde çok zayıf bir durumda idi. Bütün bu eşitsizliğe rağmen 22 gün 22 gece süren savaş sonucunda Türk ordusu önce Yunan kuvvetlerini durdurmuş sonrada taarruza geçerek Yunan kuvvetlerini Sakarya’nın batısına geri çekilmek zorunda bırakmıştır. Sakarya Savaşı Kurtuluş Savaşı’nın son savunma savaşıdır. Mustafa Kemal Paşa’ya; Gazilik ve Mareşallik(19 Eylül 1921) ünvanı verilmiştir. Fransa ile Ankara Anlaşması (20 Ekim

1921)imzalanmıştır. Böylece Fransa TBMM’nin siyasi varlığını tanımış dolayısıyla İtilaf Devletleri kendi aralarında ayrışmaya başlamıştır. Hatay dışında Suriye sınırı çizilmiştir. Sakarya Zaferinden sonra TBMM ile anlaşmak isteyen Sovyet egemenliğindeki Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile Kars Antlaşması (13 Ekim 1921) imzalandı. İtalyanlar Anadolu’dan birliklerini çekti.

5-Büyük Taaruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi(26 Ağustos-9 Eylül 1922): Muharebe öncesi ordunun araç, gereç, malzeme eksikleri giderildi ve Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlık yetkileri iki kez daha uzatıldı.Anadolu’daki birlikler Batı’ya kaydırıldı. 26 Ağustos’ta başlayan taarruzla düşman ordusu geri çekildi. 30 Ağustos’ta büyük bir zaferle sonuçlanan muharebelerde dağılan Yunan ordusunun kaçışı 9 Eylül’de İzmir’de son buldu ve İzmir düşman işgalinden kurtuldu. 18 Eylül’de ise bütün Batı Anadolu tamamen düşman kuvvetlerinden temizlenmiş ve Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası sona ermiştir. Mudanya Ateşkes Anlaşması(11 Ekim 1922): Savaşın sıcak safhası bittikten sonra diplomatik görüşmelere başlanmıştır.Mudanya’da 3 Ekimde başlayan görüşmelere; İngiltere, Fransa, İtalya ve Türkiye adına İsmet İnönü katılmıştır.Yunanistan görüşmelere katılmamış dolayısıyla onun haklarını da İngiltere savunmuştur. Görüşmeler 11 Ekim’de imzalanan Mudanya Ateşkes Anlaşması ile neticelenmiştir. Bu antlaşma ile Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki silahlı mücadele resmen sona ermiştir. Doğu Trakya ve Boğazların TBMM’ne teslim edilmesi İtilaf Devletleri’nin TBMM’yi resmen tanıdığının göstergesidir. Bu durum,aynı zamanda Osmanlı Devletinin hukuken sona erdiğini yeni bir devletin kurulmakta olduğunu göstermektedir.aynı zamanda Osmanlı Devletinin hukuken sona erdiğini yeni bir devletin kurulmakta olduğunu göstermektedir.aynı zamanda Osmanlı Devletinin hukuken sona erdiğini yeni bir devletin kurulmakta olduğunu göstermektedir.

Saltanatın Kaldırılması(1 Kasım 1922): I.TBMM’nin yaptığı ilk ve tek inkılap olan Saltanatın kaldırılması, Lozan Konferansı öncesinde ortaya çıkan en önemli gelişmedir. İtilaf Devletleri’nin Mudanya Ateşkesi esnasında,TBMM ile anlaşma masasına oturmalarına rağmen Lozan’a İstanbul Hükümetini’de davet etmeleri bu kararın alınmasını kolaylaştırmıştır. TBMM’nin 308 no’lu bu kararı Türk İnkılap Tarihinin en önemli kararıdır. Saltanatın ilgası ile yüzyıllardır süren bir rejim ortadan kaldırılmış ve yeni bir rejimin kurulacağının sinyali verilmiştir. Lozan Konferansı ve Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923): TBMM, daha Saltanat kaldırılmadan önce hazırlıklara başlamış ve konferansta görüşülecek konuları belirlemişti. Konferansa baştemsilci olarak İsmet Paşa seçilmiş, yanında temsilci olarak Rıza Nur ve Hasan Saka gönderilmiştir.Bu temsilciler genç aydınlardan bir danışma kurulu oluşturarak Lozan için taktik belirlemişlerdir. Türk temsilciler kuruluna,kesin bir yönerge verilmiş özellikle iki konuda kesinlikle taviz verilmemesi istenmiş(Ermeni sorunu ve Kapitülasyonlar),gerekirse konferanstan çekilme yetkisi verilmiştir. İngiltere,Fransa, İtalya, Japonya konferansı toplayan devletler olarak katılırken ABD ise Paris Konferansı’nın aksine gözlemci olarak katılmıştır. Sovyet Rusya ve Bulgaristan ise sadece Boğazlar konuları görüşülürken katılmışlardır. 20 Kasım 1922’de çalışmaya başlayan ve büyük tartışmalarla geçen I. Lozan Konferansı’nda; Kapitülasyonlar ve Ermeni Borçları konusunda anlaşmaya varılamamış ve İsmet Paşa anlaşma masasından kalkarak (4 Şubat 1923) geri dönmüştür.Lozan Konferansı’nın bir anda kesilmesi taraflar arasında gerginliği arttırmış ancak yoğun diplomatik temaslar sonunda 23 Nisan 1923’te ikinci defa toplanmıştır. Kapitülasyonlar ve Osmanlı Borçları konusunda başarılı bir diplomatik savaş veren Türk Heyeti, 24 Temmuz 1923’te anlaşmayı imzalamıştır. Lozan Barışı ile yeni Türk devleti bağımsız bir devlet olarak dünyaya ilan edilmiştir. Ermeni iddiaları tarihe karışmıştır. Bu konuda İtilaf devletleri geri adım atmıştır. Türkiye’nin sınırları büyük ölçüde Misak-ı Milli’ye göre çizilmiştir. Bu anlaşma günümüzde de geçerliğini sürdürmekte ve Türkiye’nin sınırlarını garanti altı almaktadır. En önemli başarısı Kapitülasyonların kaldırılması olmuştur ki bu sayede ekonomik bağısızlık kazanılmıştır.Yani yeni Türkiye Devleti siyasi ve ekonomik açıdan bağımsız bir devlet olarak dünya coğrafyasındaki yerini almıştır. Lozan’da gerçekleştirilemeyen isteklerin başında Ege Adaları ve Batı Trakya gelmektedir. Musul ve Hatay sınır dışında kalmış Boğazlar üzerinde denetim kurulamamıştır.

V. BÖLÜM CUMHURİYET DÖNEMİ

II. TBMM’nin açılması ve Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) Milli Mücadele sırasında yıpranan, I. TBMM’nin inkılapları gerçekleştirecek güçte olmaması ve Mustafa Kemal’in inkılaplar için güçlü bir meclise ihtiyaç duyması II. TBMM’nin açılması için zemin oluşturmuştur. Bu meclisin en önemli özelliği “inkılapçı”niteliğidir. Özellikle Takrir-i Sükun Kanunu(4 Mart 1925)bu döneme damgasını vuran ve meclise mutlak niteliğini kazandıran bir kanun olmuştur. II. Meclisin açılmasıyla ortaya çıkan gelişmeler anahatlarıyla: 1- 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası kurulmuştur. 2- 13 Ekim 1923’te Ankara başkent olmuştur 3- II.Meclisin en önemli kararı 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı olmuştur.

4- Yeni Türk devletinin rejimi belli olmuştur. Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924): Saltanatın kaldırılıp Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra halifeliğin bir sembol haline gelmiş olması, Halife Abdülmecit Efendi’nin devlet başkanı gibi hareket etmesi ve Saltanatın geri getirilmesi için yapılan faaliyetlerle birlikte, bu makamın inkılaplara karşı olan grubun en önemli dayanağı olması, 3 Mart 1924 Kanunuyla Halifeliğin kaldırılmasına yol açmıştır. Aynı tarihte Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılmış, Şer’iye Vekaleti = Diyanet İşlerine, Evkaf Vekaleti = Vakıflar Genel Müdürlüğüne, Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti = Genel Kurrmay Başkanlığına dönüştürüldü. Türkiye Cumhuriyeti Devletin’de Anayasa Hareketleri: 1921 ve 1924 anayasalarının genel özellikleri ana hatlarıyla;

1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) (23 madde)

1. Devletin adı, TBMM Hükümeti devletidir. Cumhuriyetin ilanından sonra;Türkiye Devletinin şekli Hükümeti Cumhuriyettir.

2. BMM illerden seçilen üyelerden oluşur. Seçim iki yılda bir yapılır, yaş sınırı 18’dir.

3.Güçler birliği ilkesi benimsenmiştir.

4- Devletin dini İslamdır.

1924 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) (105 madde)

1- Devletin adı Türkiye Cumhuriyetidir.

2- Seçimlerde yaş sınırı 22 ve 4 yıldır.

3- Anayasa’da yapılan değişiklikler: 1928’de Anayasa’dan devletin “dini İslam”dır maddesi çıkarılmıştır. 4- 1930’da Türk Kadınına Belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır.

5- 1934’te Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.

6- 1937’de Atatürk ilkeleri, Anayasa’ya girmiş, Laikleşme aşamaları tamamlanmıştır.

7- 1945’te dil yönünden sadeleşmiştir.

8- Çok partili hayata (1946’da) bu anayasa ile geçilmiştir. 9- 1924 Anayasası, normal bir kanun gibi değiştirilemez bu anlamda sert bir anayasadır.

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri: Halk Fırkası (9 Eylül 1923): Kurucusu, Mustafa Kemal Paşa’dır. Laik,devletçi,üniter ve pozitivist esaslara dayanır. Parti Sivas Kongresinde kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin devamı niteliğindedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk partisidir. 1924’te Cumhuriyet Halk Fırkası, 1935’te ise Cumhuriyet Halk Partisi adını almıştır.1950 yılına kadar 27 yıl iktidarda kalmıştır Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası(17 Kasım 1924 – 3 Haziran 1925): Cumhuriyet tarihinin ilk muhalefet partisidir. Adnan Adıvar, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir gibi Mili Mücadelenin önemli isimleri tarafından kurulmuştur. Partinin başkanı Kazım Karabekir’dir. Ferdi hürriyetlere taraftar, dini düşünce ve inançlara saygılı,cumhuriyeti benimseyen bir yapıya sahip olup liberalizmi ve demokrasiyi savunmuşlardır. TCF, CHP’nin Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmış, Şeyh Sait İsyanı partinin kapatılmasında etkili olmuştur. Şeyh Sait İsyanı(13 Şubat 1925): Görünürde, Cumhuriyet rejimine ve laik düzene yönelik bir isyan olmasına rağmen bu isyanın oldukça grift bir yapısı vardır. Kürtçülük misyonunu da içine alan bu isyan aynı zamanda saltanat yanlıları tarafından da desteklenmiştir. Ayaklanma 13 Şubat 1925’te Ergani’de başladı. Kısa sürede Genç, Elazığ, Diyarbakır ve Bitlis’e yayıldı. 4 Mart 1925’te Takrir -i Sükun Kanunu çıkarılarak olağanüstü hal ilan edildi ve İstiklal Mahkemeleri yeniden kuruldu. İsyan bastırılmış ancak iki açıdan olumsuz sonuç doğurmuştur. Çok partili hayata geçiş ertelenmiş, basın sansürleri getirilmiştir.En önemlisi İngiltere bu isyanı kullanarak Türkiye aleyhine propaganda yapmış ve bu durum Musul’un kaybedilmesine neden olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’ya Suikast Girşimi(16 Haziran 1926): İzmir’e gidecek olan M. Kemal’e bir suikast tertiplenmiştir. Suikastçılar yakalanmış ve İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak cezalandırılmıştır Serbest Cumhuriyet Fırkası(12 Ağustos 1930-17 Aralık 1930): SCF 12 Ağustos 1930’da Fethi Okyar tarafından Mustafa Kemal’in isteği ile kurulmuştur. Ekonomide liberalizmi savunmuştur. Cumhuriyetçi, inkılapçı ve laik görüşlü bir partidir. Liberal- Serbest piyasa ekonomisini, ihracatı, Kadınlara siyasi hakların verilmesini savunmuştur. SCF kısa süre içerisinde büyümüş aynı zamanda inkılap karşıtlarının toplandığı bir yer haline gelmiştir.Bu durum CHP mensuplarını rahatsız etmiş,mecliste giderek sertleşen tartışmalar yaşanmaya başlamıştır. Bu durumdan endişe eden Fethi Bey, partisini feshetme kararı almıştır. Parti kapatıldıktan bir hafta sonra Menemen Olayı meydana gelmiştir. SCF’nin kapatılması ile uzun bir süre muhalefet partisinin kurulmasına izin verilmemiştir. Gerçek anlamda çok partili hayata 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasıyla geçilmiştir.

Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası(1920-1939) Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası’nı üç dönemde incelemek mümkündür. Milli Mücadele Dönemi Türk Dış Politikası((1920-1923),Lozan’ın bıraktığı meselelerin çözümü (1923-1930) ve II. Dünya Savaşı öncesi Türk Dış Politikası(1930-1939) 1-Milli Mücadele Dönemi Dış Politika(1920-1923): enge politikası uygulayan meclis Batı’nın emperyalist güçlerine karşı Sovyet Rusya ile ittifak yapmıştır. Cephede kazanılan her zafer siyasi başarıları da beraberinde getirmiştir.(örn. I. İnönü Savaşı sonrası Moskova Anlaşması-Sovyet Rusya ile, Sakarya Savaşı-Ankara Anlaşması-Fransa ile) Bu dönemin son siyasi olayı Lozan Barış anlaşmasıdır.Kurtuluş Savaşı’ndan büyük bir zaferle çıkan TBMM siyasi ve ekonomik bağımsızlığını kazanmış ve siyasi varlığını tüm dünyaya kabul ettirmiştir. 2- Lozan Sonrası Dönem(1923-1930):Bu dönemde Lozan’dan kalan sorunlar çözümlenmeye çalışılmıştır. Ulusal egemenliği zedeleyen konularla ilgilenilmiştir. Dönemin en önemli sorunu İngiltere ile yaşanan Musul Sorunu’dur. İngiltere’nin Musul’u kaybetmemek için yaptıkları ve 1925’deki Şeyh Sait İsyanı Avrupa kamuoyunda Türkiye aleyhine kullanması neticesinde Musul kaybedilmiştir. Bu gelişmeler karşısında Ankara Antlaşması (5 Haziran 1926 ) imzalanarak sorun çözülmüştür.- Musul İngiltere yönetimindeki Irak’a kalmıştır. Türkiye bu dönemde en çok Fransa ile sorun yaşamıştır. Fransa ile Borçlar, Yabancı okullar, Adana- Mersin demiryolu ve Bozkurt-Lotus davası gibi meseleler gündeme gelmiştir. En büyük sıkıntı yabancı okullar konusunda yaşanmıştır. TBMM bu okullarda Türkçe, tarih ve coğrafya derslerinin Türk öğretmenler tarafından okutulmasını,okullarda topluca dini törenlerin yapılmamasını, dini sembol ve ikonların kaldırılmasını ve istemiş, bunlara uymayan okulların da kapatılacağını belirtmiştir. Bu karara Fransa‘nın yanı sıra Papalık bile tepki göstermiştir. Neticesinde bu mesele Türkiye lehine sonuçlanmıştır. Yunanistan ile yaşanan en büyük sorun ise etabli meselesinde yaşanmıştır. Lozan Antlaşma’sında İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türklerin dışında, Yunanistan ve Türkiye’de yaşayan Rum ve Türk nüfusun karşılıklı olarak değiştirilmesi kararlaştırılmıştı. İstanbul’da mümkün olduğunca fazla Rum nüfusun etabli (yerleşik) kalması için, .Yunanistan ile yaşanan en büyük sorun ise etabli meselesinde yaşanmıştır. Lozan Antlaşma’sında İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türklerin dışında, Yunanistan ve Türkiye’de yaşayan Rum ve Türk nüfusun karşılıklı olarak değiştirilmesi kararlaştırılmıştı. İstanbul’da mümkün olduğunca fazla Rum nüfusun etabli (yerleşik) kalması için, .Yunanistan ile yaşanan en büyük sorun ise etabli meselesinde yaşanmıştır. Lozan Antlaşma’sında İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türklerin dışında, Yunanistan ve Türkiye’de yaşayan Rum ve Türk nüfusun karşılıklı olarak değiştirilmesi kararlaştırılmıştı. İstanbul’da mümkün olduğunca fazla Rum nüfusun etabli (yerleşik) kalması için, .

Yunanistan uygulamada sürekli sorun çıkarmıştır. Bu durum iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirmiş hatta savaş noktasına getirmiştir. Türkiye İstanbul’daki Rumların, Yunanistan ise Batı Trakya’daki Türklerin mallarına el koymuştur. Sonuç olarak Akdenizin faşist İtalya tehdidi altına girmesi iki ülkeyi birbirine yaklaştırmış ve sorun çözülmüştür. Yerleşme tarihlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin etabli(yerleşik) sayılmasına karar verilmiştir. Bu tarihten itibaren Kıbrıs meselesine kadar Türkiye ile Yunanistan ilişkileri bahar havasına girmiştir 3- İkinci Dünya Savaşı Öncesi Türk Dış Politikası(1930-1939): İkinci Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin duyulduğu bu dönem, Türk Dış Politikası’nın güçlendiği bir dönem olmuştur. Almanya’da Hitler,İtalya’da Mussolini gibi diktatörlerin dünyayı tehdit eden politikaları Türkiye’nin lehine olmuştur. Özelllikle Mussolini’nin Akdeniz İmparatorluğu hayali stratejik açıdan Türkiye’nin önemini daha da arttırmıştır. Hitlerin, “Hayat Sahası” politikasını başlatması; Orta Avrupa’yı tehdit ederek Versay anlaşmasının öcünü almak istemesi ve Uzakdoğuda Japonya’nın Mançurya’ya doğru genişlemek istemesi dengeleri alt üst emiştir. Dolayısıyla bu dönemde Türkiye’nin uyguladığı akılcı ve barışçı politika sayesinde Lozan’ın çözemediği birçok sorun çözümlenmiştir. Bu süreçte gerçekleşen diplomatik olaylar beş konu başlığında özetlenebilir. Milletler Cemiyeti’ne Giriş (18 Temmuz 1932): Türkiye’nin uzlaşmacı ve barışçı politikaları sonucu, Türkiye Milletler Cemiyetine davet edilmiştir.Bu cemiyete çok fazla güvenmese de (Musul meselesindeki tavrı yüzünden)18 Temmuz 1932’de 43 ülkenin oy birliği ile üye olmuştur. Bu durum Sovyet Rusya’yı rahatsız etmişse de bu sürede ortaya çıkan gelişmeler onu da bu cemiyete yöneltmiştir. Balkan Antantı (9 Şubat 1934): Türkiyenin öncülüğünde; Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’nın katılımıyla Balkan Antantı imzalandı. Böylece batı sınırını güvenlik duvarıyla çevirmek isteyen Türkiye aynı zamanda bölgede inisiyatif alan bir konuma geldi. Revizyonist(yayılmacı)bir politika izleyen Bulgaristan pakta katılmadı. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu antant dağıldı. Montrö Boğazlar Sözleşmesi(20 Temmuz 1936): Lozan Antlaşmasının; Boğazlar ile ilgili maddesi, Türkiye’nin egemenlik haklarını sınırlamakta, hem de Marmara ve çevresinin güvenliğini tehlikeye düşürmekteydi. Buna göre; “Boğazların her iki yakası ile Marmara Denizi’ndeki adalar silahtan arındırılacak, ayrıca Boğazların çevresindeki 20 km’lik alanında hiçbir şekilde tahkimat yapılamayacak ve asker bulundurulamayacak” tı. İtalya’nın Habeşistan’ı işgali, Almanya’nın Ren bölgesini silahlandırması, Japonya’nın Miller Cemiyetinden ayrılması gibi gelişmeler hem Türkiye hem de Avrupa açısından endişe vericiydi. Bu yüzden Türkiye Lozan’ı imzalayan devletlere nota göndererek konuyla ilgili bir konferans toplanmasını istedi. Konferansa Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya ve Romanya katılmıştır. Türkiye’nin barışçı yaklaşımı ve haklı endişeleri diğer devletler tarafından da kabul görmüş ve Montrö Boğazlar sözleşmesi imzalanmıştır. Böylece; Boğazlar Komisyonu kaldırılmış ve tüm yetkileri Türk devletine devredilmiştir. Dış politika alanında çok önemli bir başarıdır. Lozan’dan doğan egemenliği sınırlandırıcı hükümler kaldırılmış, böylece Türkiye Boğazlara tam anlamıyla egemen olmuştur. Sadabat Paktı ( 8 Temmuz 1937): İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi, Ortadoğuda kaygıları yükseltmiştir. Türkiye,Balkan Antantına benzer bir şekilde bu sefer doğu sınırını güvence altına almak amacıyla girişimlerde bulunmuş ve 8 Temmuz 1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı imzalanmıştır. Bu pakta üye olan ülkeler, karşılıklı olarak sınırlara saygılı olmaya, Milletler Cemiyeti’nin alacağı kararlara uymaya, dostluk ve işbirliği geliştirmeye söz vermişlerdi. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu Pakt geçerliliğini yitirmiştir. Hatay’ın Anavatana Katılması (23 Haziran 1939): Sakarya Savaşı sonrası imzalanan Ankara anlaşması ile Hatay Fransızlara bırakılmıştı. Hatay’da ayrı bir meclis kurulmuş ve Hatay Türkiye sınırlarının dışında kalmıştı. 1936’da Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık vermesi üzerine, Hatay Suriye yönetimine girmek zorunda kalmıştı. Bu durum üzerine Atatürk’ün direktifleriyle ;Milletler Cemiyeti’nin ve Fransa’nın onayı alınarak Bağımsız Hatay Cumhuriyeti kurulmuştur. Hatay sorununun çözümünde Atatürk’ün kişisel çabaları büyük rol oynamıştır. 1939’da Hatay Cumhuriyet Meclisi aldığı bir kararla Türkiye’ye bağlanmıştır.Hatay sorununun çözümünde Atatürk’ün kişisel çabaları büyük rol oynamıştır. 1939’da Hatay Cumhuriyet Meclisi aldığı bir kararla Türkiye’ye bağlanmıştır.Hatay sorununun çözümünde Atatürk’ün kişisel çabaları büyük rol oynamıştır. 1939’da Hatay Cumhuriyet Meclisi aldığı bir kararla Türkiye’ye bağlanmıştır.

VI. BÖLÜM İNKILAPLAR VE ATATÜRK İLKELERİ İNKILAPLAR :

Türk milletinin bağımsızlığını da beraberinde getiren Türk İnkılabı’nın başlangıcı, aynı zamanda Milli mücadelenin başlangıcıdır. Mustafa Kemal Paşa,Türk Milletinin kendisine güvenini sağlamak için büyük çaba göstermiştir. Bir yandan Batı emperyalizmine karşı mücadele edilmiş, diğer yandan da çağdaş bilim ve medeniyet seviyesine ulaşabilmek için inkılaplar yapılmıştır.

1- Siyasi Alanda İnkılaplar: – Saltanatın kaldırılması – 1 Kasım 1922 Cumhuriyetin İlanı-29 Ekim 1923 – Halifeliğin kaldırılması – 3 Mart 1924 -Anayasalar (1921-1924) 2- Toplumsal Alanda İnkılaplar: 1-Kadınlara eşit haklar verilmesi(1926-1934): Evlenme, boşanma,miras ve siyasi hakların verilmesi. 2-Şapka İnkılabı ve kılık- kıyafetin düzenlenmesi (25 Kasım 1925): Erkeklerin, Fes yerine şapka giyilmesi kabul edilmiş, Kadınların kıyafetleri ile ilgili herhangi bir kanun yoktur. 3 Soyadı Kanunun Kabulü (21 Haziran 1934): Nüfus işleri, tapu, alım-satım ve miras işlerinde kolaylık sağlanmış, 24 Kasım 1934’te Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı verilmiştir. 4-Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925). 5.Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik Yapılması (1925-1931). 3- Hukuk Alanında Yapılan İnkılaplar:- Mecellenin kaldırılması – Medeni Kanunun Kabulü (17 Şubat 1926)ve diğer düzenlemeler: İsviçre Medeni Kanunu en son hazırlanan ve her türlü yeniliği içeren bir kanun olması dolayısıyla model olarak alındı. Resmi nikah zorunlu hale getirilerek devlet kontrolü altına alındı. Böylece kadın-erkek arasında ekonomik ve sosyal eşitlik sağlandı. Hukuk alanında yapılan diğer düzenlemeler ile hukuk birliği oluştu(8 Mayıs 1928’de İsviçre’den borçlar kanunu, 10 Mayıs 1928’de Almanya’dan ticaret kanunu, 1 Temmuz 1928’de İtalya’dan ceza kanunu alındı). 4- Eğitim ve Kültür Alanındaki İnkılaplar: -Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924) Öğretim birleştirilerek bütün eğitim kurumları tek elde toplanmış, medreseler kapatılarak laik eğitim anlayışı uygulanmıştır. Azınlık okulları ve yabancı okulların dini ve siyasî amaçlı eğitim vermesinin önüne geçilmiştir. Eğitim işlerinin yürütülmesi için Maarif bakanlığı kurulmuştur. İlkokul kız ve erkek öğrencilere mecburi hale getirilmiştir. – Yeni Türk Harflerinin Kabulü ( 1 Kasım 1928) Okuma yazma kolaylaşmış, basılan kitap sayısı artmış ve Avrupa ile bilgi alışverişi kolaylaşmıştır. – Türk Tarih Kurumu’nun Kurulması – 15 Nisan 1931: Milli tarih anlayışı. -Türk Dil Kurumu’nun Kurulması – 12 Temmuz 1932 Türkçe’nin zenginliğini ortaya koymak, Türkçe’yi yabancı kelimelerden arındırmak amacını taşımıştır.-Türk Dil Kurumu’nun Kurulması – 12 Temmuz 1932 Türkçe’nin zenginliğini ortaya koymak, Türkçe’yi yabancı kelimelerden arındırmak amacını taşımıştır.-Türk Dil Kurumu’nun Kurulması – 12 Temmuz 1932 Türkçe’nin zenginliğini ortaya koymak, Türkçe’yi yabancı kelimelerden arındırmak amacını taşımıştır.

5- Ekonomi Alanında İnkılaplar: – Aşarın Kaldırılması(1925)- Türk Ticaret Kanunu(1926) – Teşvik-i Sanayi Kanunun çıkarılması(1927) – Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu (1930) – Sümerbank’ın Kurulması (1933) – I. Kalkınma Planı (1933-1938) ve II. Kalkınma Planı (1938-1944)

İLKELER :

Cumhuriyetçilik: Cumhuriyet devlet idaresinde milli egemenliği, milli iradeyi ve özgür seçimi esas kabul eden rejimin adıdır. Cumhuriyetçilik, yeni Türk Devleti’nin yönetim biçimini ve temel yapısını belirleyen ana ilkedir. Atatürk’e göre Cumhuriyet, milli hakimiyet temeline dayanan bir halk hükümetidir ve vatandaşın devlete, devletin vatandaşa karşı hak ve ödevlerini belirler. Türkiye Cumhuriyeti demokratik cumhuriyet ideali ile kurulmuştur. Bu yönüyle oligarşik, aristokratik ya da dini temele dayanan cumhuriyet biçimlerinden ayrılır. Diğer bütün ilkeler cumhuriyetçilik ilkesinden doğmuştur. Milli Egemenlik ilkesi Cumhuriyetçilik ilkesini bütünleyicidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasada ifadesini bulduğu şekli ile demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Milliyetçilik: Millet her şeyden önce ortak bağları olan, herhangi bir esas etrafında toplanmış insan topluluğudur. Bu esas insan topluluklarına göre farklılıklar gösterebilir mesela; Fransa’da kültür, Almanya’da ırk, Araplar’da dil, ABD’de vatandaşlık mefhumlarından ibaret olabilir. Milliyetçilik ise bireyin ait olduğu milletin varlığını sürdürmesi ve yüceltmesi için diğer fertlere duyduğu bağlılık ,ve bu bağlılığın diğer kuşaklara da yansıtılmasıdır. Söz konusu bağlılık yalnızca geçmişe değil geleceğe de yöneliktir. Atatürk milletin tanımını dil, kültür ve ortak gelecek birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir topluluk olarak tanımlamaktadır. Atatürk Milliyetçiliği ırkçı bir milliyetçilik değildir. Eşitlik fikrine dayanır, bölücülüğü ve ayrımcılığı reddeder, birleştirici ve bütünleştiricidir. Milli Birlik – Beraberlik ve Milli Bağımsızlık, Milliyetçilik ilkesini bütünleyicidir.

Halkçılık: Cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkelerinin doğal bir sonucudur. Atatürk’ün halkçılık anlayışı eşitlikçi ve bütünleştiricidir. Halkçılık, devletin milleti oluşturan bütün gruplara eşit hizmet etmesidir ve hiç kimseye, aileye, sınıfa veya zümreye ayrıcalık tanınmaz. Yasalar önünde herkes eşittir ve Halkçılığın amacı, milleti meydana getiren halkın refahını sağlamaktır. Medeni Kanunun kabul edilmesi, kadınlara siyasi haklar verilmesi, sosyal devlet anlayışının geliştirilmesi, eğitim seferberliği, halkevleri ve ve millet mekteplerinin açılması Atatürk’ün halkçılık anlayışına örnektir. Yasalar önünde herkes eşittir ve Halkçılığın amacı, milleti meydana getiren halkın refahını sağlamaktır. Medeni Kanunun kabul edilmesi, kadınlara siyasi haklar verilmesi, sosyal devlet anlayışının geliştirilmesi, eğitim seferberliği, halkevleri ve ve millet mekteplerinin açılması Atatürk’ün halkçılık anlayışına örnektir.Yasalar önünde herkes eşittir ve Halkçılığın amacı, milleti meydana getiren halkın refahını sağlamaktır. Medeni Kanunun kabul edilmesi, kadınlara siyasi haklar verilmesi, sosyal devlet anlayışının geliştirilmesi, eğitim seferberliği, halkevleri ve ve millet mekteplerinin açılması Atatürk’ün halkçılık anlayışına örnektir.

Devletçilik: Devletçilik, dar ve geniş olmak üzere iki anlamda kullanılır. Dar anlamda ; özel teşebbüse de yer veren ekonomik prensiplere sahip, iktisadi alandaki uygulamalardır. Geniş anlamda ise, Türkiye’de uygulanan ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın özelliklerini ortaya koyan bir politik uygulamadır. Türkiye’de devletçilik daha çok ekonomik bir mana ifade etmektedir. Devleti, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın temel faktörü görüp bu konularda önemli görevler yükler. Devletçilik, özel sektörün elinde yeterli sermaye olmamasından doğmuş, zaman içinde uygulanan para ve kredi politikalarıyla özel teşebbüste teşvik edilmiştir. Atatürk, devletçilik ile devleti, ekonomik hayatı destekleyen bir güç olarak düşünmüştür. Onun devletçilik anlayışında sanayi ağırlıklı uygulamalar ve planlı kalkınma modelleri söz konusudur.

Laiklik: Devlet idaresinin dinin etkilerinden uzak tutulmasını öngörmüş ve aklı bilimin doğrularını esas alarak devlet yönetiminin bu esaslar etrafında geliştirilmesini amaçlamaktadır. Laik devlet anlayışında, devlet vatandaşın inancına karışmaz, amaç ülkede birlik ve beraberlik sağlamaktır. Laiklik Türk Devletinin temel ilkelerinden birisi olmuş ve Cumhuriyetçilik ilkesi ile paralel gelişmiştir. Laiklik aynı zamanda inanç özgürlüğünün devlet tarafından sağlanmasıdır. Saltanatın ve Halifeliğin kaldırılması laikliğe giden süreci kolaylaştırmıştır. 1937’de Laiklik ilkesinin Anayasa’ya konulmasıyla Laikleşme aşamaları tamamlanmıştır. Akılcılık ve bilimsellik, laiklik ilkesini bütünleyicidir.

İnkılapçılık: Bu ilke Atatürk’ün diğer ilkelerini de içine alan genel ve ana ilkedir. Bu manada bütün inkılaplara ve ilkelere sahip çıkmayı ifade eder. İnkılapçılık ilkesinde daha iyiye ve daha mükemmele doğru bir arayış vardır. En büyük amacı, Türk milletinin en kısa zamanda çağdaş medeniyet düzeyinin üzerine çıkmasını sağlamaktır. Çağdaşlaşma ve Batılılaşma ilkesi İnkılapçılık ilkesini bütünleyicidir. Atatürk, Türk Milletinin ilerlemesinin devam etmesi ve diğer ilkelerin güvence altına alınması amacıyla İnkılapçılık ilkesini Türkiye Cumhuriyetinin temel prensiplerinden birisi olarak kabul etmiş ve Anayasa’ya koydurmuştur. Türk Milletinin ilerlemesinin devam etmesi ve diğer ilkelerin güvence altına alınması amacıyla İnkılapçılık ilkesini Türkiye Cumhuriyetinin temel prensiplerinden birisi olarak kabul etmiş ve Anayasa’ya koydurmuştur. Türk Milletinin ilerlemesinin devam etmesi ve diğer ilkelerin güvence altına alınması amacıyla İnkılapçılık ilkesini Türkiye Cumhuriyetinin temel prensiplerinden birisi olarak kabul etmiş ve Anayasa’ya koydurmuştur.

Atatürk İlkeleri  ve İnkılap Tarihi testine BURAYI tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Diğer tüm konu ve test yönlendirmeleri için BURAYI tıklayabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir